Son iki yazımda Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi’ne yaptığım seyahati anlatmıştım. Bu son bölümde de biraz Gence’den biraz da Azerbaycan Türkçesi’inden bahsedeceğim.
Seyahatin son günü Gence’den uçağımız 19:20’de olduğundan günü elden geldiğince şehirde yürüyerek değerlendirmeye karar verdim. Beni tanıyan, benimle seyahate çıkan herkesin bildiği gibi, bir şehrin tanınması için mutlaka yürüyerek dolaşılması gerektiğine inanırım. Bu inancım nedeniyle geçmişte benimle birlikte seyahat eden pek çok kimsede ayakkabı vurması, nasır oluşması, kramp girmesi gibi geçici rahatsızlıklar olmuştur.
Gence’nin merkezinde birbirine paralel iki bulvar var. Bunlardan birinin adı Heydar Aliev Prospekt, diğerinin adı ise Atatürk Prospekt. Atatürk Bulvarı’nın girişine Atatürk’ün anısına bir de plaket konmuş.
Ben de bu iki bulvarı da boydan boya yürüdüm. İki bulvarı birleştiren caddelerden birinde Türkiye Başkonsolosluğu yer alıyordu. Şık bir binaydı. Ancak, binanın üstünde dalgalanan Türk Bayrağı’nın yırtık olmasına bayağı canım sıkıldı. Nasıl oluyor da binada görev yapan diplomatlarımız bu durumu fark etmiyor veya fark etse de aldırmıyor diye düşünmeden edemedim.
Öte yandan Gence’nin her yanında Türk bayrakları var. Dükkanlar, binalar, şehit resimlerinin olduğu, reklamcılıkta raket olarak tabir edilen panolarda Azerbaycan bayrağının yanı sıra genellikle Türk bayrağı da oluyor. Kentte dolaşırken, konuşmamdan Türkiye’den geldiğimi fark eden Azerbaycanlı dükkan sahiplerinin çay davetleri de Türkiye’ye olan sempatiyi iyice açığa çıkarıyor.
Ancak, Türkiye ile ilgili tek bir kaygıları var, o da aşırı dindarlık. Konuştuğum biri, ‘biz öyle sakallı, bıyıklı, entarili, takkeli kişilerden pek hoşlanmayız’ diye bir yorum yaptı. Bir başkası sohbetimizde ‘Bizde kim Şii, kim Sünni kimse sorgulamaz’ dedi.
Ramazan ayında orucunu tutan da tutmayan da aynı masada yemek yiyor, kimse kimseye karışmıyor. Aynı mekanda oruç bozan da, yemek yanında içki içen de var. Bana çocukluğumun, gençliğimin Türkiye’sini hatırlattı.
Gence ile ilgili tek olumsuz izlenimim sokaklarda çok sayıda dilencinin olması. Azerbaycan gibi petrol ve doğalgaz zengini bir ülkede yöneticilerin bu duruma bir çare bulamamaları gerçekten çok üzücü. Anlaşılan refahı tabana yaymaya yeterli çaba gösterilmemiş. Zamanla düzeleceğini umuyorum.
Gence adı geniş/bol anlamına gelen ganca sözcüğünden türetilmiş olduğu söyleniyor. Ancak rivayet muhtelif. Başka iddialar da var. Tarihi beşinci yüzyıla kadar dayanıyormuş. Kentin merkezi son derece estetik binalarla bezenmiş. Belli bir boyutun üzerindeki her Sovyet/Rus kentinde olduğu gibi Gence’de de zamanında bir konser salonu inşa edilmiş.
Yüzyıllarca Osmanlı’nın Balkanlar ve Marmara Bölgesi dışında yapmadığı imarı, Ruslar gittikleri yerlerde hiç ihmal etmemişler. Gence’de dolaşırken Çarlık Rusyası’nın inşa ettiği, bugün otel olarak kullanılan opera binası da dahil olmak üzere Kars kent merkezini nasıl imar ettiğini anımsadım.
Azerbaycan’da da kültür ve sanat faaliyetlerine büyük önem veriliyor. Uluslararası düzeyde değerli sanatçıları var. Kenti gezerken dikkatimi çeken, vilayet binası, Bilimler Akademisi ve şimdi Gence Devlet Üniversitesi olarak hizmet veren Azerbaycan’ın ilk parlamento binası da etkileyici yapılar arasında. Ayrıca yapımları daha eskilere dayanan camiler de var. Akşam havalimanına giderken yanından geçtiğim Heydar Aliev Parkı ise dünyanın beşinci büyük parkıymış.
Gence’nin tarihinde iki çok tanınmış şairi var. Bunlardan en meşhuru Nizami Gencevi. Asıl adı İlyas olan Nizami Gencevi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde, 1141-1209 tarihleri arasında yaşamış. Firdevsi’nin Şeyhnamesi’nden etkilenen Nizami Gencevi’nin en bilinen eserleri, Makhzan-ol-Asrâr (Mahsendeki Esrar), Hüsrev ile Şirin, Leyla ile Mecnun, İskendername ve Haft Peykar (Yedi Güzeller).
Aşağıdaki beyit Nizami’den:
Yaxşılığı ezelden adet etsen özüne,
Yaxşılığın her yanda qapı açar üzüne
Gence’nin ikinci meşhur şairi ise bir kadın. Adı Mashati Gencevi.1096-1160 yılları arasında yaşamış. Yani Nizami’den bir nesil önce. Mahsati Hanım hurafelere karşı olması ve hazırcevaplığı ile tanınmış. Hayat sevgisi, muhabbet, haksızlıklara isyan etmek gibi konuları işleyen şiir ve rubaileri meşhurmuş. O çağda kadın hakları konusunu işlemesi de önemli özelliklerinden biri.
Aşağıdaki dörtlük de Masahati Gencevi’den
Bu gecə küsüşdük, yar, seəninlə biz
Acıqlandın getdin, qaldım kimsəsiz
Sənsiz gözlərimə yuxu da getmir,
Qıyaməttir sanki bu bəd gecəmiz!
Gence sokaklarında dolaşırken, bizim alıştığımız Türkçe’den farklı sözcük kullanımları bende oldukça hoş izler bıraktı. Üç haftadır sizlere Azerbaycan Türkçesi ve alfabesini de bir miktar tanıtmış oldum.
Aşağıda da ufak bir sözlüğe yer veriyorum.
Merhaba –salam
Teşekkür ederim- saghol
Özür dilerim- uzr isteyirem
Lütfen-khaish edirem
Evet-beli
Hayır-yok
Anlamadım- başa düşmedim
Bu kaçadır- bu neçedir
Konuk- konak
Eski- köhne
Kuşburnu-itburnu
Yağmur yağıyor-yağış yağır
Ön, ilerisi- kabak (arabanın kabağı, yolun biraz kabağında duralım)
Yüksek- hündürlük
Siyah çay-kara çay
Terzi-derzi
Kişi-erkek
Çocuk- uşak
Para-pul
Tatlı- şirin
Tatlıcı- şirinyat
Yazımı bir Pazar bulmacasıyla sonlandırıyorum. Aşağıda gördüğünüz ve Gence’de çektiğim dört fotoğraftaki yazıların bakalım ne anlama geldiğini bulabilecek misiniz? En zorlusu da en sondaki fotoğraftaki ağaca yapıştırılmış not!
Düzeltme: Geçen haftaki yazımda Alman Kilisesi olarak geçen harabe aslında bir Alban Kilisesi. Kafkasya’da yaşamış olan Alban halklarının büyük bir bölümü milattan sonra üçüncü yüzyılda Hıristiyanlığı kabul etmiş, kilise de onlardan kalmış.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.