Savunma sanayinin yeni stratejiler ihtiyacı var!

Fotoğraf: AA

Türkiye artık sadece savunma sanayinde ürün tasarlayan, geliştiren, üreten bir ülke değil. Aynı zamanda bu ürünleri sahada kullanıp, başarılarını ispat eden ve artık dünyaya pazarlayan konumuyla da dikkat çekiyor. Sahada oyun değiştirici savunma ürünleriyle de farkındalık oluşturduğu için, ihracatın katlanarak artması, hatta patlama yapması an meselesi. Bu sebeple savunma sanayi için koyulan ihracat hedeflerine ulaşmada bir sıkıntı yaşanmıyor.

Ancak ulaşılan veya başarılarla gelinen bu noktadan itibaren yeni stratejilere ihtiyaç var. Çünkü belli bir büyüklükten sonra rekabet daha zor hale geliyor. Mesela halen daha dünyanın ilk 50 büyük savunma sanayi şirketi arasında nitelikli, küresel ölçekte etkili, cirosunun yüzde 30-40’ını ihraç edebilen bir şirketimiz yok. Evet bu noktaları bir süre sonra hızla geçebiliriz, ama nasıl? Üst lige çıkmak için mühendislikten, malzeme biliminin derinliklerine yelken açmamız gerekiyor.

Bölgemizde savunma ve güvenlik konusu gündeme geldiğinde tanıtım, pazarlama ve iş birliği gibi hususlarda Türkiye’nin ciddi pozisyonu söz konusu fakat maalesef işin bu tarafını da geliştirmemiz lazım. Ülkemize olan ilgiye yeterince karşılık verecek fuar, organizasyon yapamadığımız gibi, gelişmeler için geleceği de planlamada sıkıntılar yaşıyoruz.

Mesela çok iyi bir platform haline gelen Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı /IDEF, halen daha çok sıkıntılı bir noktada yapılıyor. Ne hava araçlarını ne kara araçlarını ne deniz araçları ve ne de diğerlerini doğru düzgün sergileyecek, gösteri yapacak bir fuar ve kongre merkezimiz yok. Bu yıl 16’ncısı düzenlenen İDEF de böyle bir yerde; Beylikdüzü TÜYAP’ta bir kez daha kapılarını açtı.

Atatürk Havalimanı etrafıyla ele alındığında ideal bir fuar ve kongre merkezi olabilir. Bu hususu defalarca yazdım. Bir kez daha tekrar etmekte fayda var. Atatürk Havalimanı denizle buluşturulup, bir liman entegre edilebilir. Pisti var, geniş alanı ve demiryolu bağlantısı da bulunuyor. Etrafta oteller de olduğu dikkate alındığında geriye sadece bir organizasyon kalıyor. Böylece savunma fuarı yapıldığında deniz araçları denizde olur. İstanbul’da dünyanın karada yapılan en büyük yat fuarı organize ederek tuhaf övünmelere soyunmayız.

Diğer önemli bir husus ise halen daha savunma sanayimizin doğru şekilde ilerleyip, gelişebilmesi ve de ihracatına hız katabilmesi için bir modelinin olmaması. Bu konuda ciddi sıkıntı yaşanıyor.

Kamu ve vakıf şirketlerinin her alanda ağırlığı, azcık büyüme eğilimi gösteren başarılı özel şirketleri sürekli olarak bünyelerine katma veya onlar üzerinden kendilerine fayda sağlama durumları söz konusu. Böylece rekabetçi, yaratıcı bir savunma sektörü engelleniyor. Elbette belli alanlarda kamu ve vakıf şirketleri mutlaka öncü veya görevli işletmeler olması şartlar itibariyle gerekli. Ama kamu veya vakıf şirketlerinin 100 TL’ye ve bir yılda yaptığı bir ürünü özel şirketlerin 2 ayda ve 2-3 TL’ye yaptığına dair çok ciddi örnekler olduğu da unutulmamalı.

Savunma sanayi ürünlerinin tek alıcısı her yerde olduğu gibi ülkemizde de devlet. Kamu otoriteleri de tedarikte önceliği, görevlendirmeyi herhangi bir ihale yapmadan, özel sektörün kabiliyet ve yetkinliklerine bakmadan kamu ve vakıf şirketlerine veriyor. Bunlar da özel şirketleri alt üstlenici, tedarikçi olarak çalıştırıyorlar. Ama özel şirketlerin gelişimlerini engelleyecek bir formül uyguluyorlar. Birçok kamu veya vakıf şirketin ya da devletin görevlendirdiği özel şirketlerin cirosunda alt üstlenici veya tedarikçilere ödenen toplam rakamlar yüzde 10 seviyesini geçmez. Bu sebeple içerde kabiliyet kazanan birçok şirket bu çarktan kendini kurtarmanın, yurt dışına yönelik çalışmanın, ortaklar bulmanın yollarını arıyor.

Bir yabancı şirketin temsilcileri de bana bizatihi bu konuyu açtılar. Savunma sanayi alanında iş yapan çok iyi küçük çaplı özel şirketlerimiz olduğuna vurgu yaparak, bazılarını kendileriyle iş yapmaları için eğitmeye başladıklarını söyledi. Bu hususta yani özel sektörden daha iyi faydalanma ve Baykar gibi şirketlerin ortaya çıkması konusunda Savunma Sanayi Başkanlığı (SSB) mutlaka bir şeyler yapmalı.

Savunma ve güvenlik denince devletin ilgili kurumları alıcı pozisyonda olduğu için kamu veya vakıf şirketleri de direkt tedarik sağlayıcı oluyor. Ancak bu durum özel sektörün istenen seviyede gelişmesini engelliyor. Dolayısıyla ihalelerin, yarışın ve rekabetin olması şart. Eğer ihale yöntemine başvurulmamış olsaydı, bugün Baykar ve onun artık efsaneleşen insansız hava araçları, Bayraktar TB2’si, Akıncı’sı ve Kızılelması olamazdı.

Son yıllarda savunma sanayimiz için önemli bir mesele haline gelen aynı projede birden fazla şirketin çalışması, benzer işlerde ve ürünlerde dublikasyon söz konusu. Bu şu an için en önemli handikap. Ciddi anlamda yetişmiş insan ve maddi kaynak kaybına sebep oluyor. İşin garibi dublikasyondan şikâyet edenler de iş başına gelince, kamuda etkili olunca ne hikmetse bu düzene pek karışmak istemiyor.

Savunma sektörümüzdeki bir başka mesele ise özellikle vakıf ve kamu ilintili şirketlerin asıl işlerinin dışına çıkıp, odaklaşma sorunu yaşayarak birbirlerinin alanlarına girmesidir. Bazen başarılı özel sektör şirketlerini bünyelerine katmaya zorlamaları, “alt tedarikçileri destekliyoruz” yaklaşımıyla onları kendilerine bağlayacak yöntemlere başvurmaları da sık rastlanan bir durum.

Dublikasyon mevzusu önemli. Mesela Aselsan’ın yeni ürünü Gökdemir kaç test yaptı, kaç başarılı vuruşu oldu? Roketini kullandıkları Gökdoğan ve Bozdoğan (hava-hava) füzeleri ne kadar başarılı? Kaç test vuruşu yapıldı? Bilinmiyor. Peki neden tekrar harcama yapıldı? Özellikle Hisar A ve Hisar O yapılmışken ve Aselsan’da bu projenin bir parçasıyken niçin bu ürünlere tekrar harcama yapıldı? Bir somut örnek de Gökberk. Halbuki Roketsan, 4 yıl önce Alka sistemini yaptı kullanıma verdi. Bu durumda Gökberk’e neden ihtiyaç duyuldu? Aselsan’ın 600’ün üzerinde ürünü varken bu dublikasyonlara neden ihtiyaç duyuyor?

Devletin dublikasyonlara fazladan harcayacak kadar fazla parası var mı? Peki bu projeleri, aktarılan paraları kamunun hangi birimi koordine ediyor? Bu kadar karışıklık olduğuna göre bir koordinasyon sorunu, verimli kaynak kullanımında da bir problem var demektir. Bunlar gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsansız sistemler konusuna ise hiç girmek istemiyorum, çünkü hemen hemen tüm vakıf ve kamu kurumları bu alanda bir şeyler yapıyor. Başarılı özel şirketler ise seslerini çıkaramıyor. Bazıları da çareyi bir vakıf şirketinde veya kamudaki isimlerde arıyor.

Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, İDEF’in açılışında Türk savunma sanayi şirketlerinin ve küresel şirketlerin son teknoloji barındıran platform ve sistemlerinin görücüye çıkacağını belirterek, çok sayıda sözleşme imzalanacağını ve yeni iş birliklerinin temellerinin atılacağını söylemişti. Ben de fuarı gezdiğimde yerli şirketten daha fazla yabancı katılımcı olduğu dikkatimi çekti. Nitekim rakamlara baktığımızda da durum aynen böyle. Sözleşme tarafında ise ciddi anlamda bir trafik yaşandı.

Türk savunma sanayi ürünleri artık tüm dünyaya, yaklaşık 170 ülkeye ihraç ediliyor. Eğer yukarıda bazılarına dikkat çektiğim hususlar konusunda hızla aksiyon alınırsa Türkiye 10 yıl içerisinde savunma sanayi alanında dünyanın en önemli ülkelerinden biri rahatlıkla olabilir. Hatta buradaki ivme diğer sektörlere de yansır.

Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Genel Müdür Vekili Sadık Piyade ile fuarda görüştüğümde ciddi anlamda katılım olduğunu, özellikle yabancı heyetlerin yoğun ilgisinden bahsetti. Fuara 689 yerli, 772 yabancı şirket ilgi göstermiş. 81 ülkeden 189 heyet de fuar boyunca görüşmeler yapacak. Bu rakamlardan ve ilgiden epeyce ders çıkarabilmeliyiz ki sağlıklı bir yol haritası için kafa yoralım.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

 

Exit mobile version