İlk ziyaretimde Tokyo’yu tüm ülkelerden çok farklı bulmuş, hatta dünyada dışında bir gezegene gitmiş gibi hissetmiştim. İki ay içinde iki defa dünyanın bu en kalabalık şehrine gittim. Kurallara karşı olan duyarlılık karşısında şaşırmadım desem yanlış olur. Sokakta, caddede hatta alışveriş merkezlerinde (AVM) bile çöp kovası bulmanız, görmeniz adeta imkânsız. Ama etrafta çöpe, kirliliği de rastlanmıyor. Bazı caddelerde yerde toz bile yok desem abartmamış olurum. Gerçekten şehirde sanki toz yok.
Herkes çöpünü çantasında, yanında muhafaza ediyor. Nereye ve ne şekilde atmasını da biliyor. Özellikle bazı alışveriş noktalarında çöplerin atılabilmesi için düzenleme yapılmış olması çok dikkatimi çekti. Herkes evinde, işyerinde ve sokakta kendi çöpüne sahip çıkıyor. Böyle bir düzende çöplerin geri dönüşümünün nasıl olduğunu da artık siz düşünün.
Ayrıca yolda, sokakta ve AVM’lerde yürürken, ayaktayken yeme ve içme de çok ayıp karşılanıyor. Zaten Japon birisine elinde kahvesi veya yiyeceğiyle denk gelmedim. Japonya’da uzun yıllardır yaşayan bir tanıdığım bu hususa dikkatimi çekince bende farkındalık oluştu. Hatta yürürken, ayaktayken yiyip-içenler bazen el hareketiyle, bakışlarla uyarılabiliyormuş.
Tokyo, yaklaşık 38 milyon insanıyla nüfus açısından dünyanın en büyük, en yoğun şehri. Ama en gürültülüsü değil. Bu yoğunluğuyla dikkate alınırsa en sessiz ve en sakin şehir olabilir.
İstanbul’un bu mantıkla, bu yönetim anlayışıyla ve de Tokyo’nun iki katından fazla toprağa sahip olmasına rağmen 25 milyona geldiğinde nasıl bir karmaşa içine düşeceğini tahayyül bile edemiyorum. Çünkü bizde köprüler, tüneller ve yollar işe hakkı verilerek planlanıp, yapılmıyor. Trafikte akışkanlığı sağlayıp, yolda geçen sürenin azalmasını istenin seviyede sağlamıyor. Yeni ulaşım projeleri, yollar, köprüler, tüneller ve raylı sistemler nüfusun artmasına, ilave yoğunluğa sebep oluyor. Ulaşım projeleri ilk etapta bir iyileşmeye sebep olurken uzun vadede daha kötüleşmesini sağlıyor. Çünkü nüfus artışına katkısı, ulaşıma olandan daha fazla.
Tokyo ile ilgili araştırmaları, istatistikleri, verileri okurken “en işlevsel şehir” ve “en yaya dostu şehir” ifadeleri dikkatimi çekti. Tokyo’da araba almaya gittiğinizde önce park belgesi soruluyor. Aracınızı park edecek yeriniz, bunu belgeleyecek evrakınız yoksa araç sahibi olamıyorsunuz. Satın alma işlemi gerçekleşmiyor. Ama sadece bu yaklaşım sebebiyle ulaşımda özel araç sayısı azalmış değil.
Yaşanabilir şehir olmakla ile araç sayısı çok yakından ilgili. Çünkü Tokyo’da hava kirliliği, dünyanın herhangi bir yerindeki eşdeğer büyüklükteki herhangi bir şehirden önemli ölçüde daha düşük. Zaten Tokyo’da araba sahipliği desteklenmiyor. Sıkı denetimlere tabi tutuluyor. Araç bakım ve muayenelerine dikkat ediliyor. Trafikteki 10 yıldan daha eski arabalardan daha fazla ödeme alınıyor. Yıllık araç vergileri de yüksek.
Zaten özel araçlar diğer ulaşım modlarına göre pahalı ve meşakkatli. Alternatifleri olunca tercih edilmiyor. Bu sebeple toplu ulaşımla entegre olarak yaya ulaşımı kolaylaştırılıp, teşvik edici hale getirilmiş. Aynı şekilde bisiklet kullanımı için de tüm ihtiyaçlar dikkate alınmış, düzenlemeler yapılmış. Toplu ulaşım ağları da çok iyi olunca özel araç kullanımı kendiliğinden azalmış.
Tokyo’da bisiklet yolları çok yaygın, hatta dünyanın en popüler ve en bisiklet dostu şehri olma konusunda lider durumunda olduğu belirtiliyor. Ulaşımı rahatlatmak, çevre kirliliğinin önüne geçmek ve karbon emisyonunu azaltmak için araç sayısını azaltmak, araçların boş olarak trafikte olmasının önüne geçmek elbette önemli. Ama zorla, yasakla, vergiyle, baskıyla da araç sayısı azaltılamıyor. Hatta bu yöntem başka rahatsızlıkları beraberinde getiriyor.
Tokyo’ya 38 milyonluk bir şehre adım attığınızda başka ülkelerdeki yoğun şehirlerdeki gibi hissetmiyorsunuz. Trafik gürültüsü, motor sesi, bağırma, çağırma yok. İki ay içinde G. Kore’de Seul ile Tokyo’yu iki defa gezip inceleme, karşılaştırma şansım oldu. Seul henüz trafik sorununu, gürültüsünü çözebilmiş değil. Ama Tokyo, şehrin önemli bir kısmında bu meseleleri aşmış.
Şu bilgi de çok dikkatimi çekti. Gelişmiş ülkelerin, zengin kalabalık şehirleri arasında Tokyo, dünyadaki en az araç kullanımına sahip. Deloitte’in bir araştırmasına göre bu şehirde yolculukların yalnızca yüzde 12’si özel araçla yapılıyor.
Evet, Tokyo’da bisiklet, araba kullanmaktan daha popüler. Şehir içi ulaşımda bisikletin payı yüzde 17 ile arabadan fazla. Fakat liderlik ise yayalarda, yürüme ve toplu taşımada. Tokyo’da günde ortalama 30 milyon kişi trenle evden işe gidip geliyor. Şehri ziyaret edenlerin tercihi de trenler. Japonya bu açıdan dünyanın en önde ülkesi. En çok toplu ulaşım bu ülkede kullanılıyor.
Dünyanın arabasız en büyük şehri
Japonya dünyanın önde gelen otomobil ihracatçısı. Önemli markalara sahip. Toyota, Mitsubishi, Nissan, Honda, Mazda, Subaru ve Suzuki bu ülkede üretiliyor, dünyaya satılıyor. Ama Tokyo da dünyanın arabasız en büyük şehri olarak öne çıkıyor. Şehrin nüfusuyla araç sayısı kıyaslandığında dünyada en az arabaya sahip olmasıyla dikkat çekiyor.
Japonya’da bin kişiye 590 araç düşüyor. Hane veya aile başına ortalama ise 1,06 araba seviyesinde. Amerika’da bin kişiye 800 olan oranı dikkate alarak bir yorum yapabilirisiniz. Ancak mevzu Tokyo olunca rakamlar, oranlar değişiyor. Tokyo’da hane başına düşen araç sayısı 0,32. Japonya’da araç sahipleri küçük şehirlerde, kasabalarda ve kırsalda yaşıyor. Ayrıca Japonya’da araba sahip olma oranı da giderek düşüyormuş. Çünkü nüfus yaşlanıyor, doğumlar azalıyor ve Japonya’nın nüfusu da giderek küçülüyor. Bir önemli etkende iş imkanlarının yaşam kalitesinin yüksek olduğu Tokyo’da olması ve bu şehrin ilgi merkezi olmaya devam etmesi.
Japon nüfusu her sene yaklaşık yüzde 0,3 azalıyor. Kadınların sayısı da erkeklerden fazla. Ancak nüfusu 38 milyona dayanan Tokyo ise yılda yaklaşık yüzde 0,1 oranında küçülüyormuş. Tokyo’nun cazibe merkezi olması genelde iki kişinin kullandığı, ortalama 65,9 metrekare büyüklükteki evlerde yaşama ilgiyi artırıyormuş. Bazı araştırmalara göre Tokyo, dünyadaki en yüksek yaşam kalitelerinden birine sahip. Mesela 2021’de The Economist dergisinin yaptığı araştırmaya göre dünyada yaşanabilecek ilk iki şehir Yeni Zelanda’daki Wellington ve Auckland, üçüncüsü Japon şehri Osaka ve dördüncüsü ise Tokyo.
Tokyo’daki araç sayısı ve kullanımı İstanbul’a elbette aynen uygulanamaz, ama çıkarılacak epeyce ders söz konusu. Sadece Tokyo değil, benzer başarıyı sergileyen Hong Kong ve Singapur da incelenebilir. Tokyo, günlük yaşamı arabalar olmadan keyifli hale getirdiği için daha dikkat çekici. Güvenli yaya yolları, sorunsuz bisiklet kullanımı ve bu ikisinin toplu ulaşımla verimli entegrasyonu her şeyi değiştirebilir. İstanbul’un da böyle bir yaklaşıma ihtiyacı var. Tabi bu yaklaşım için sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin değil merkezi hükümetin de stratejisi ve desteği gerekiyor.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.