Hayatı mutlu yaşayabilmek ve yaşam yolculuğunda sürekli ilerleyebilmek için olmazsa olmazımız “öz güven duygusu” ile kişinin kendine olan güvenini, bilgi ve becerilerinin, eksiklerinin farkında olmasını, hedefler belirleyip bu uğurda gayret eden, bulunduğu topluluklarda kendini iyi ve net ifade edebilen, davranışlarında rahat olma durumlarını kastediyoruz. İnsanlar tabiatları gereği farklı karakter ve ruh özelliklerine sahiptir. Bir kısmı oldukça sakin, vurdumduymaz, işi akışına bırakan, umutsuz; bir kısmı cevval, atılgan, yerinde duramayan; diğeri şakacı, mizahi yönü kuvvetli, her şeye pozitif bakan; diğer bir kısmı oldukça sinirli, her şeye kızan ruh hallerine ve karakter yapılarına sahiptir. Karakterler çok farklılık gösterdiğinden kişilik özelliklerine karşı duyarlı davranışlar gösterilmesi gerekmektedir. Herkese aynı şekilde davranılmaz. Bazı kişileri övmek ve motive etmek gerekebilir. Bazı kişilere mesafeli yaklaşılmalıdır. Hal böyle olunca da ailelerin çocuklarının korkularına karşı göstermiş olduğu davranışlar ve onların korkuları ile baş etmelerini sağlamaları yönünde kurdukları ilişkiler ruh dünyalarını şekillendirmekte, iş hayatındaki başarılarını olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir.
Öz güven, zamana göre değişkenlik gösteren geçici bir durum olarak da düşünülebilir. Kişi psikolojik durumuna göre neredeyse bütün yaşamı boyunca zaman zaman kendisine olan güvenini kaybedebilir. Bunun yanında bazı dokunuşlarla kişinin hal ve hareketleri, hayata bakışı ve iş hayatındaki başarısı değişebilir. Olumlu yönde gelişmeler olabilir. Önemli olan önce ailenin sonra eğitim kurumlarının ve de iş yerlerinin bunun farkında olması, buna uygun davranış sergilemesi ve iletişim kurmasıdır. Yoksa başarı seviyesi düşer. Çok iyi derecede yararlanacağımız bireyden yeterli düzeyde faydalanamayabiliriz. Moral, motivasyon, kişinin kendini iyi hissetmesi, çalışma ortamının rahatlığı; bireyin karakterini, aile hayatını ve iş hayatını olumlu yönde etkiler. İş hayatı ve özel yaşam bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Her biri diğerini olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir.
Başarıyı yakalamakta, verimi arttırmada hayata bakış açımız çok önemlidir. En önemli nokta pozitif bakış açısı geliştirmektir. Negatif enerji yerine daima pozitif enerji vermek daha faydalı olacaktır. Bir olaya yapıcı ve çözüm odaklı bakmadığımızda olumlu sonuçlanması neredeyse imkansızdır. Bu yüzden öncelik, çözüm odaklı olup olumlu davranışlar geliştirebilmektir. Çözüm önerisi sunmak şartıyla eleştirmek doğal hakkımızdır. Çözüme katkımız ne dereceyse eleştirimizde haklılık payımız o derece artacaktır.
Empati yapmayı mutlaka öğrenmemiz gerekir. Empati; sözlük anlamıyla kendisini bir başkasının yerine koymak, onun duygularını, içinde bulunduğu durumu anlamak ve içselleştirmek demektir. Yani kişinin hissettiklerini veya hissediyor olduklarını hissedebilmektir. Hal böyle olunca olaylara yaklaşımımız ve bakış açımız mutlaka değişecektir. En önemlisi de empati yapmayı erken yaşlarda çocuklarımıza öğretmemiz gerekmektedir. Erken yaşlarda empatiyi çocuklarımıza aşılarsak, arkadaşları ile iletişimleri güçlenir ve olaylara bakış açıları değişir. Böylece, arkadaşları ile iletişimlerinde onların öz güvenlerini kıracak davranışlardan kaçınmaya çalışacaklardır. Daha olumlu, yapıcı, öfkesini kontrol eden, iletişime açık bireyler olmamız mümkündür. Öz güven verirken de bu duruma bakmalıyız. Karşımızdakinin yerine kendimizi koyarak, kendimize nasıl davranılmasını beklediğimizi, işin nasıl öğretilmesi gerektiğini, ikili ilişkilerin nasıl sürdürülmesi gerektiğini kendi kendimize sormalıyız. Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan karşındakine öyle davranmalısın prensibi bizim hayat felsefemiz olmalıdır. Karşımızdakinin hassasiyetlerine dikkat etmeliyiz. Dünya sadece bizim etrafımızda dönmüyor, bu evrende bizim dışımızdakilerin de olduğunu unutmamalıyız.
Günümüz eğitim sisteminde meslek sahibi oluyoruz fakat bu mesleği icra etmeye başladığımızda asıl sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. İlk olarak gençlerimizin eğitim yıllarında ve mesleklerine başladıklarında karşılaştıkları bazı sıkıntıları dile getireceğim. Eğitim hayatında, sen yapamazsın, kafan çalışmıyor, senin kapasiten yok, senin ailende kim okudu ki sen okuyacaksın, icat çıkarma gibi ifadelerle karşılaşan öğrencilerimiz bulunmaktadır. Biz ailecek bu işlere uygun değiliz, çalışsan da yapamazsın, başaramazsın, senin dayın kim gibi yorumlarla büyümedik mi? Birçoğumuz hayat yolculuğunda bu durumlarla karşılaştık ve bazen bunu kabullendik. Bazı insanlar zor anlar, zor öğrenir, zor hatırlar, bazı insanlar tam tersidir. Bazı insanlar doğuştan yeteneklidir bazıları zaman içerisinde yetenek kazanır. Her insanın güçlü ve zayıf yönleri vardır ve istenirse zayıf yönler geliştirilebilir. Önemli olan insanlara fırsat sunmak ve doğru adımlar atması yönünde rehberlik yapmaktır. Doğru yaklaşımlar, doğru eğitimler, doğru yol göstermeler; kişinin hayatını, yaşamını bambaşka boyutlara getirir. Hafif dokunuşların neler yapacağını hayal bile edemeyiz. Kişinin kendine güvenmesine, kendini iyi hissetmesine yardımcı olmamız gerekir. Doğru yönlendirmeler, doğru tavsiyeler, gerekli eğitimlerle aşılmayacak engel yoktur. Birey kendini iyi hissetmeye başlayınca ben yapabilirim, düşündüğüm kadar zor değilmiş dedikten sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. Artık o birey kendi ayakları üzerinde durur.
İkinci önemli konu da yeni mezunlarımıza gerekli sabrın gösterilmemesi, onları anlayamamak, onların ruh halini bilmemektir. Ben okulu bitirip mesleğe atıldığımda kendime hiç güvenim yoktu. Mezun olduğum yılları düşündüğümde, kendimi nasıl ifade edeceğimi kesinlikle bilmiyordum. Ortalıkta geziyordum. Soru sormaktan çekiniyordum. Hatta ne iş yapacağımı bile tam olarak anlamamıştım. Bir şey derler diye odama oturamıyordum, alanda geziyordum. Çaycıdan çay bile isteyemiyordum, utanıyordum. Burada suç benim mi yoksa işverenin mi? Küçük bir eğitimle, oryantasyonla nelerin önü açılmaz ki. Okul yıllarında 20 günlük, 2 veya 3 defa staj yapsan ne olur, yapmasan ne olur? Bu kadar kısa bir sürede işi ne kadar öğrenebilirsin? Ancak fabrikanın yollarını öğrenirsin. Belki yurt dışında olduğu gibi 6 aylık ikişer defa staj yapsaydık mühendis ne iş yapar sorusunun cevabını bulurduk. Mevcut durumda yeni mezunların teorik bilgisi yerinde olsa bile pratik anlamda deneyimi yoktur. Bu yüzden gelen mühendisi anlayarak onu sistemin içerisine yavaş yavaş, sindire sindire eğitimlerle ve saha çalışmalarıyla dahil etmemiz gerekir. Bu şekilde ona gerekli öz güveni verip artık ben de faydalı olabilirim duygusunu aşılayarak onun iç huzurunu sağlayabiliriz. Yoksa tedirgin vaziyette sisteme uyum sağlama konusunda çok zorluk çeker, bilmediğini soramaz, bir şeyleri düzeltmeye cesaret edemez.
Ben şahsen lisans eğitimi sonrası yaşadığım benzer sıkıntıyı yüksek lisans sonrası da yaşadım. İçimde çekingenlik vardı. Mühendis ne iş yapar pek bilmiyordum. Bu durum biraz çalışmaya başlayınca değişmeye başladı. Amerika’daki doktora yıllarımda eş zamanlı olarak bir firmada çalışmaya başlamıştım. Sonrasında da General Electric (GE) Araştırma ve Geliştirme Merkezinde alt yüklenici olarak çalıştım. Her iki işte de bir şeyler başardıkça kendime güvenim gelmişti. İlk defa başarabileceğime inanmaya başlamıştım. Her başarıdan sonra onore edilmiştim. Ama güzel tarafı işi verenler sabırlıydı ve öğrenmem için zaman tanıyorlardı. Bu iki iş benim hayatımda dönüm noktası oldu ve buralara gelmemde önemli katkı sağladı. Burada ortamın ne kadar önemli olduğunu yaşayarak gördüm. Konunun önemini daha iyi anlatmak açısından doktoramı tamamlayıp üniversitede göreve başladıktan sonra bir öğrencimle yaşadığım hatıramdan bahsetmek istiyorum. Ufak bir ilginin etkisini görmüştüm. Bahsettiğim öğrenci çok başarılı bir öğrenci değildi. Benden o yıllarda malzeme dersi alıyordu. Bu derse her geldiğimde öğrenciye ismiyle hitap ederek hâl hatır soruyordum. Bunun dışında herhangi bir özel çabam olmadı. Bunu dönem boyunca her hafta yaptım. Bu basit davranışın neticesinde öğrencide pozitif gelişimler görmeye başlamıştım. Öğrenci bir gün bana gelip “Hocam bu okulu hiç sevmiyorum sadece sizin için geliyorum.” dedi. Derse gelmediğinde bile beni arıyor, özür diliyordu. Yani bana karşı mahcup olmak istemiyordu. Dönem sonu genç arkadaşımız sınıfın en yüksek notunu almış ve A ile geçmişti. Hâl hatır sormak dışında bir katkım olmamıştı. Demek ki ufak bir dokunuş öğrencime değerlilik hissi yaşatmış, ona sorumluluk yüklemiş ve dersi geçme, başarılı olma mesuliyetini ortaya çıkartmıştı.
Sonuç olarak bu yolda iki önemli adım gereklidir. Birinci önemli adımı atmak eğitim kurumlarına düşüyor. Hem okulda hem de stajda öğrencilere mutlaka deneyim kazandırılmalıdır. Bunun için her türlü çalışma yapılmalıdır. İkinci adımda da iş yerleri ve yöneticiler çok önem arz ediyor. İşyerleri, bu gençleri hayata en iyi şekilde hazırlamak için altyapıyı oluşturmalı, gerekli eğitimleri vererek ve gerekli sabrı göstererek bu gelişime katkıda bulunmalıdır. Yöneticiler ve çalışanlar pozitif davranış sergilemeli, güçlü iletişim kurmalıdırlar. Bu şekilde personellerinden azami derecede fayda sağlayabilirler. Unutulmamalıdır ki her insan bir alanda yeteneklidir veya üstün bir meziyete sahiptir. Önemli olan bu üstün meziyetinden yararlanmak, eksik olduğu alanlarda gelişmesi için imkanlar sunmaktır. Ondan en iyi derecede yararlanmaktır. Maharet buradadır. Bu doğrultuda gayret gösterilmelidir.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.