De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. (Kur’an-ı Kerim, Zümer Suresi 9. Ayet).
Öğrenmek, insanın doğumundan başlayıp ölümüne kadar süregelen bir faaliyettir. Öğrenme belirli bir yaş, zaman veya mekanla sınırlandırılamaz. Hayat baştan sona bir öğrenmedir. Öğrenmek insanın kendisini bilmesini, hayatı tanımasını ve anlamasını sağlar. Öğrenme azmi; kişinin kendisine, ailesine ve topluma hayat boyu yaptığı yatırımdır. İnsan öğrenerek, kendini geliştirerek mutlu olur ve topluma fayda sağlar. Bunu iyi anlamak ve bu uğurda mücadele etmek gerekir. Öğrenmeden, kendini geliştirmeden çalışılan işler, geçirilen günler, kişi üstünde (kendisi farkında olmasa bile) bir değersizlik, işe yaramazlık duygusu yaratır ve kişiyi mutsuz eder. Bu döngü böyle devam edip gider. Öğrendikçe gelişen, geliştikçe geliştiren, üreten ve ürettikçe mutlu olan insan öğrenme arzusunu kaybettiğinde yavaş yavaş hayatın anlamının son bulduğunu fark eder. Hayattan aldıkları ile hayata sundukları arasında kişiyi güçlü kılan, olmazsa olmaz bir değerdir öğrenme azmi.
Araştırmalar öğrenmenin anne karnında başladığını göstermektedir. Çocuk, ilk eğitimlerini ailesinden alarak yavaş yavaş öğrenmeye başlar. Ailesinden ve yakın çevresinden gördükleriyle hayatı tanımaya çalışır. Kendi çapında iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, faydalıyı-zararlıyı anlamaya başlar. Büyüdükçe hem merakı hem de öğrenme arzusu artar. Aldığı eğitimler onu öğrenme yolunda geliştirir. Tabii bu faaliyetler planlı ve programlı bir şekilde yapıldığında, damlaya damlaya göl olur misali, kişinin kişisel gelişimi hızlanır, bilgeliği ve entelektüellik düzeyi artar. Böylece topluma katkısı da artarak toplumdaki yeri ve konumu şekillenir.
Öğrenme belli bir hedef doğrultusunda gerçekleşirse daha hızlı mesafe alınır ve hedeflenen yolda uzmanlaşma sağlanır. Kişi amacına ulaştıkça öğrenmenin tadını almaya başlar. Bu doğrultuda hayata bakışı değişir. Öğrendikçe hayatın büyüsünü çözmeye çalışır. Kişi, kendisi için imkânsız görünen şeylere ulaşmaya başlar ki işte bu nokta artık öğrenmenin amacının gerçek manada anlaşılmaya başladığı evredir. Çünkü insan bilmeyince birçok şeyi kafasında büyütür ve gereksiz strese ve sıkıntılara girer. Öğrendikçe endişelerinin yersiz olduğunu anlar ve bugüne kadar neden adımlar atmadığına üzülür. Örnek olarak, bilgisayarı tanımayan bir kişinin gözünde bilgisayar, anlaşılması güç, gizemli bir araçtır. Kişi bilgisayarı tanımak için eğitimler aldığında ve uygulamaları sabırla yaptığında, bilgisayarı daha iyi tanır, işlerinde kullanmaya başlar. Hem üretkenliği hem de verimi inanılmaz derecede artar. Aslında işin başında bilgisayar kullanmak onun için hayal gibi bir şeydir. Yani öğrendikçe aslında birçok şeyin göründüğü kadar zor, imkânsız olmadığını tecrübe ederiz.
Burada şu soru sorulabilir: “Acaba nasıl bir öğrenme yapılmalıdır?” Tabii ki öğrenmenin insanın yararına olması, kişiye hem fiziksel hem de ruhsal fayda sağlaması çok önemlidir. Faydasız, beyhude, kişinin ruh dünyasını karartacak bilgiler insana zarar bile verebilir. Dolayısıyla bu tür bilgilerden kaçınılmalıdır. Hem kendine hem insanlığa fayda sağlayacak bilgiler öğrenilmeli ve hayat içinde tatbik edilmelidir. Bir bilgiyi uygulamaya aktarmaksızın öğrenmek o bilgiden yeterince yararlanmamıza engel olur. Tabii ki insan olarak, neyin faydalı neyin zararlı olduğunu çoğunlukla idrak edebilme kabiliyetine sahibiz. Unutmamamız gereken bir husus da içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarını, gelenek ve göreneklerini de dikkate alan öğrenmedir. Biz toplumla beraber yaşayan bireyleriz. Toplumdan ayrı, tek başına yaşamak bize göre değildir. Birlikte olmak, birlikte yaşamak, birlikte çalışmak prensiplerine daima dikkat edilmelidir.
Kişinin kendisini bilmesi, tanıması ve egolarını dizginlemesindeki en önemli yol öğrenmek, yani ilim sahibi olmaktır. İlim sahipleri hem kendini hem dünyayı tanımak anlamında daha öndedirler. İnsan ne kadar öğrenirse, kendini o kadar daha iyi tanır. Bu uçsuz bucaksız alemde ne olduğunu, neye sahip olduğunu anlar. Yunus Emre ne güzel ifade etmiştir: “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsin. Ya nice okumaktır.” İnsan kendini geliştirdikçe, ilmi derinliğini artırdıkça kâinatı daha iyi tanır, eşyaya bakış açısı değişir. Kendisine sıradan görünen nesneler daha farklı görünmeye başlar. Belki normal bir insan için hiçbir anlamı olmayan birçok şey ona farklı anlamlar ifade eder.
Herhangi bir alanda iyi olmak isteyen insan o alanın inceliklerini öğrenmelidir. Yoksa kişinin başarılı olması mümkün değildir. Her şey öğrenmeyle ilgilidir. Öğrenme sürdürülebilir olmalıdır. Yani hep devam etmelidir. Eğer bırakılırsa uzmanlaşma zayıflar. Örneğin, bir spor dalında veya bir bilim dalında iyi olmak istiyorsak, o alandaki bilgileri detaylıca öğrenmeliyiz ve uygulamalıyız. Uygulama olmadan bilgi çoğu zaman işe yaramaz, beklenen etkiyi yapamaz. İşte bunun için dersimizi iyi anlamalı hem okuyarak hem de bir bilenden ders alarak öğrenmeyi hızlandırmalıyız. İnsan kendi kendine öğrenebilir fakat bir öğretmen eşliğinde hem daha doğru hem de çok daha hızlı öğrenir. İnsan kendi başına öğrenirken hatalar yapabilir, yanlış anlayabilir, dolayısıyla yanlış öğrenebilir. Ama bir rehber eşliğinde öğrendiğinde her şey daha farklı olur. Okuduğumuzda anlayabiliriz fakat iş uygulamaya geldiğinde bu işi bilen birisinin bize göstermesiyle o işi kavrarız. Kendi kendimize uygulayabilmek oldukça güçtür. Birçoğumuz bazı eğitimleri masrafından dolayı uzmanlarından almayız. Fakat bu doğru bir yaklaşım değildir çünkü öğrenmede en önemli nokta öğrenmeyi o işin uzmanıyla yapmaktır. Eğer böyle yaparsak bir ayda gidilecek yolu bir haftada alabiliriz. Bu husus göz ardı edilmemelidir. Tekerleği yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Öğrenmenin en hızlı yolu bilenden öğrenmektir. Yani uzmanından ders almaktır.
Her insanın diğer bir insandan öğreneceği bir şeyler mutlaka vardır. Sınırlama yoktur çünkü bazı insanların hayat tecrübesi vardır. Biz bunlara halk tabiriyle “alaylı” deriz ve bu insanların tecrübeleri bize ışık tutar. Bazı insanlar eğitimler alarak belli bir seviyeye gelirler. Bu insanlardan da bilgileri öğreniriz. Kendimizi dış dünyaya veya topluma kapamamalıyız. Her zaman öğreneceğimiz bir şeyler olduğunu her insanın bilgi ve tecrübesinin çok kıymetli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü kendimizi üstün görmeye başladığımızda bu süreç sıkıntıya girer ve öğrenme ya yavaşlar ya da çıkmaza girer.
Bir diğer çok önemli husus da öğrenmenin yaşı olmadığıdır. Aslında yazımızın başında belirttiğimiz üzere hayat başından sonuna kadar bir öğrenmedir. İnsan, hayatı boyunca hep öğrenir, öğrenmek hiçbir zaman bitmez. Öğrenmenin bittiği anda o kişi için bu hayat da bitmiş demektir. Her insanın küçük veya büyük öğreneceği çok şey vardır. İnsan ömrünün sonuna gelmiştir fakat öğrenmesi bitmemiştir. Çünkü hayat devam etmekte, gelişmeler çok hızlı olmakta, her gün yeni şeyler ortaya çıkmaktadır. İnsan doğası gereği yeniliklere uyum sağlamak ister ve bu doğrultuda mücadele eder. Bu mücadeleyi kolay kolay bırakmaz. Bırakırsa diğer insanların gerisinde kalacağını anlar ki hayatımız boyunca bu durumu defalarca tecrübe etmişizdir.
Unutmamak gerekir ki insan hayatı boyunca hep öğrenir, hep öğrenir, hep öğrenir… Felsefemiz “Acaba nasıl bir öğrenme yapılmalıdır ?” olmalıdır.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.