Dünya nüfusunun 8 milyara ulaştığı tahmin ediliyor. 2050’de 9,7 milyara, 2100 yılında ise 11,2 milyara ulaşması bekleniyor. Bazı önlemler alınmazsa yerkürenin bu nüfusu taşıyabilmesi zor görünüyor. Zeki olduğunu zanneden insanoğlu kendi sonunu hazırlıyor gibi.
Küresel ısınma, başımıza gelecek felaketlerin en önemlisi. Küresel ısınmaya karşı alınacak tedbirler belli. Metan ve karbon salınımının hızla azaltılması gerekiyor. Ancak kişisel kanım, bu konuda yeterli tedbirler almak için artık tren kaçmış gibi. Yine de çabalar devam ediyor ve bunlara hem bireylerin hem de ülkelerin bencillik etmeden destek çıkması gerekiyor.
Gerekli tüm tedbirler bir şekilde alınabilse bile, dünyamız olması gerektiğinden ortalamada en az 20 C daha sıcak olacak. Yapılan modellemelere göre bu artış Doğu Akdeniz ve Anadolu’da 4-60 C’yi bulabilecek. Sonuç olarak müthiş bir kuraklık ve kısmi çölleşme bizleri bekliyor. İç Anadolu’da kum fırtınaları artmaya başladı bile. Göller ise hızla kuruyor. Örneğin, bugün haritalarda gödüğünüz Tuz Gölü ile uzaydan çekilen fotoğraflada görünen arasında inanılmaz bir fark var.
İklim değişikliği sadece kuraklık olarak karşımıza çıkmayacak, zira kuraklığın ikiz kardeşi olan, aniden oluşacak şiddetli yağışlarla da karşı karşıya kalacağız. Nitekim geçen yaz, özellikle Karadeniz’de çok şiddetli sellerle karşı karşıya kalmıştık. Sel hem kırsalda, hem de kentlerde büyük bir sorun olacak. Ülke olarak kuraklığa karşı tedbirler alırken, bir yandan da sellere karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Kentlerde oluşabilecek ve hem mala, hem de cana zarar veren sellere karşı, her şeyin başında imar planlarını bilimsel verilere dayanarak hazırlamamız gerekiyor. Sonra da bu planları tavizsiz uygulamamız şart. Yerel yönetimlerde rüşvetin kol gezdiği, devletin kasasının boş olması nedeniyle imar aflarının çıkarıldığı ülkelerde bu işler bayağı zor tabii.
Yerel yönetimlerin dere yataklarına, doğal taşma alanlarına imar vermemesi, derelerin üzerlerinin kapatılmaması gerekiyor. Ayrıca, modernliğin bir ölçüsüymüş gibi, kentlerin her yanını asfalt ve betonla kaplamamak da çok önemli. Yaşadığımız kentlerde, yukarıda değindiğim tüm yanlış uygulamalar yaygın olarak görülebiliyor.
Ancak, olağanüstü hava şartları olarak bildiğimiz sel ve kuraklık, artık olağan hale gelmeye başladığından, sadece yukarıda vurgulanan hataları düzeltmek yeterli değil. Kentlerde hem seli engellemek, hem de sık sık karşılaşacağımız su sıkıntılarını en aza indirgemek için yaratıcı yeni yöntemlere de gereksinim var. Bu bağlamda Sünger Kent kavramına bir göz atalım.
Sünger kentler, sel oluşturma potansiyeli yüksek olan şiddetli yağmurlarda, suyun kent içerisinde akışını yavaşlatmayı, aniden ortaya çıkan ve büyük hacimlere ulaşan su miktarlarını sorun yaratmayacak mecralara yönlendirmeyi ve elden geldiğince suyu depolayarak kurak dönemlerde kullanıma hazır tutmayı hedefleyen kent planlama ve altyapı sistemlerine sahip şehirlerdir.
Bu şehirlerde, ortaya çıkabilecek olası selleri engellemek, içme ve kullanma suyu sıkıntısını azaltmak, ısı adaları oluşmasını engellemek, doğayı korumak ve bio-çeşitliliğe katkı sağlamak için özel çaba gösterilir. Dolayısıyla, yağmur sularının toprak tarafından emilimini arttırmak, açık ve kapalı sarnıçlarda depolanmasını sağlamak, kent içerisinde biriken suyun fazlasını doğru bir şekilde drene etmek, kent yönetiminin temel hedefleri arasındadır.
Sünger kent fikrinin ilk olarak Çin’de çıktığı kabul edilir. 2000’li yılların başlarında Çinli araştırmacılar tarafından gündeme getirilmiştir. 2014’te ise bu yaklaşım Çin devleti tarafından benimsenmiş ve ilk uygulamalara 2015’de Şangay ve Wuhan kentlerinde başlanmıştır. Bu kentlerde şiddetli yağış oluştuğunda su geniş alanları kapsayan yeşil alanlara, bu yeşil alanlarda oluşturulmuş göletlere aktarılmaktadır.
Türkiye’de de, millet bahçeleri bu işlevi görecek şekilde planlanabilir. Ayrıca, İstanbul gibi tarihsel olarak açık sarnıçlara aşina olan kentlerde, bu mekanlar doğal sel suyu depolama alanları olarak kullanılabilir. Ek olarak yeni depolama alanları da oluşturulabilir. Biriktirilen su, daha sonra kent içi sulamada kullanılabileceği gibi, arıtılarak evlerde ve iş yerlerinde kullanım suyu olarak da tüketilebilir. Bu uygulamalara “yağmur suyu hasadı” da denmektedir.
Sünger kent uygulamalarında, çatılardan akan yağmur suyunun kısmen de olsa tanklarda depolanarak zaman içerisinde yavaş yavaş sokaktaki drenaj kanallarına verilmesi de sel baskınlarının etkisinin azaltılmasına olumlu katkılar sağlamaktadır. Planlamaların daha ileri aşamalarında, binaların çatılarının su geçirmez membranla kaplanması ve üzerinde su emmeye elverişli yeşil alanlar yaratılması da düşünülmektedir. Bazı deneysel uygulamaları vardır.
Yollarımızı asfaltlamak yerine elden geldiğince parke taşlarla döşememiz halinde ise, yine yağan yağmurun önemli bir kısmının sele dönüşmeden toprak tarafından emilmesini sağlayabiliriz. Bizde maalesef tersi yapılmakta, Arnavut kaldırımlarının üstleri asfaltlanarak suyun toprakla buluşması engellenmektedir. Aynı uygulama, çim taşı kullanılarak açık otopark alanlarına da kolaylıkla yaygınlaştırılabilir. Klasik kentlerde, toprak tarafından emilen su miktarı %15’i pek aşamıyor. Sünger kentlerde bu rakamı %85’e yükseltmek elimizde.
Göletlerde, açık veya kapalı sarnıçlarda su depolama pahalı bir çözüm olarak görülebilir. Ancak uzaklardan isale hatlarıyla su taşımak, akarsulara barajlar yapmakla karşılaştırıldığında çok daha ucuz çözümler olduğu hemen ortaya çıkmakta. Ayrıca bir su havzasından diğerine su aktararak ekolojiye de zarar verilmemiş olunuyor.
Sel baskınlarının oluşmaması, oluştuğu takdirde zararının en aza indirgenmesinde büyük katkısı olan sünger kentler, aynı zamanda kuraklık dönemlerinde de depoladıkları suyun kullanımına ve yeraltı su seviyesinin yüksek kalmasına olanak yarattıklarından çifte yarar sağlıyorlar. Akuaferlerin dolması ve genişlemesi ise kentlerde kuyulardan çıkarılan suyun miktarını artırıyor, maliyetini düşürüyor. Ayrıca anlamsız betonlaşmanın önüne geçildiğinden, kentlerde ısı adaları oluşması önleniyor, havanın daha temiz kalması mümkün kılınıyor. Sonuçta kentlerdeki yaşam kalitesinin artmasına büyük katkıları oluyor.
Ekolojik dengeleri korumaz, bozulan kısımlarını hızla restore etmezsek, ne ailelerimizin bizden sonra gelen kuşaklarının, ne ülkemizin, ne de dünyanın geleceği yok.
Kaynakça:
- Prof Miktad Kadıoğlu, Sellere çare “sünger şehirler” mi?
- Tuba Kiraz, Sellerin Önüne Geçen Sünger Şehir Örnekleri
- Sponge City, https://en.wikipedia.org/wiki/Sponge_city
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.