Pati’nin günlüğünden bir İstanbul-Kıbrıs yolculuğu

12 Haziran 2023 sabahı sahibim Zehra ile İstanbul-Gayrettepe’deki Tarım Müdürlüğü’ne gittiğimizde, yakında yeniden Kıbrıs’a uçacağımızı tahmin etmiştim. Veteriner ağabey sırtımdaki çipi okuduktan sonra, yıllar önce Ankara’daki Hıfzısıhha’da yapılan kuduz seroloji raporunu ve aşı karneme işlenmiş olan son kuduz aşımı kontrol etti. Daha sonra bu işlemler için Zehra’nın kredi kartından gerekli ödeme yapıldı. Diğer sahibim Alper’in sürekli okuması ve önemli bilgileri bazen sözlü olarak Zehra’ya iletmesi nedeniyle Türkiye’de resmi enflasyonun %40’ın altında olduğunun iddia edildiğini biliyordum ama ödenen harcın neden %40’ın çok üzerinde artığını anlayamadım. Acaba devlet resmi enflasyonu kasıtlı olarak düşük mü gösteriyordu? Zaten önceden, Nisan’da aldığımız İstanbul- Ercan uçak biletim de 1000 TL’nin üzerine çıkmıştı. Ben Kıbrıs’a geldikten sonra daha da artmış olabilir.

Hafta içi evde bavul hazırlama faaliyeti başlayınca uçuşun çok yakında olduğunu fark ettim. Uçuş esnasında içerisine girdiğim kafesim de seyahate hazırlandı. Seyahat belgelerim gözden geçirildi.

Bu arada konuşmalardan yolculuğun 17 Haziran’da yapılacağını öğrendim. Hemen belirteyim, Türkçe altmış kadar kelimeyi anlayabiliyorum. Ne de olsa artık on yaşın üstünde bir köpeğim. Ayrıca Labrador Retriever cinsi bir köpek olduğumdan, övünmek gibi olmasın ama, oldukça zeki sayılırım.

17 Haziran sabahı Zehra erkenden kalktı ve sabah yürüyüşümüzü oldukça erken bir saatte yaptık. Kahvaltıda her zamankinden daha az bir şeyler yedim. Yolculukta kusmak istemiyorum ne de olsa.

Daha sonra Zehra’ya yardımcı olmak için evimize gelen ve doğduğumdan beri kendisini tanıdığım Hanife Abla’nın eşi Kadir Ağabey, mini-van aracıyla kapımıza geldi. Alper ve Zehra’nın iki bavulu ve iki el çantası ve benim kafesim araca yerleştirildi.

Bavullardan birinde benim için alınan 15 kg’lık bir paket yaşlı köpek maması da var. Bunun iki nedeni var. Birincisi Kıbrıs’ta yaşlı köpekler için protein oranı yüksek köpek mamasının son derece zor bulunması. İkincisi çok ender olarak bulunsa bile inanılmaz derecede pahalı olması. Geçen Aralık ayında Kıbrıs’ta fiyatı Türkiye’deki satış fiyatının tam iki katıydı; 1550TL! Şimdi kim bilir ne olmuştur. Enflasyon sizler gibi beni de etkiliyor anlayacağınız.

En sonunda bana da bavullar arasında arka koltukta bir yer açıldı. Ben de zıplayıp hemen yerleştim ve İstanbul Havalimanı’na doğru yola çıktık. Terminale geldiğimizde Kadir Ağabey bizi giriş kapılarından birinin önüne bıraktı. Önce kafesim monte edildi, tekerlekleri takıldı ve çekilerek taşınır hale getirildi. Zehra beni ve kafesimi terminalden içeri sokarken, Alper de bavullar ve el çantalarıyla içeri girdi.

İstanbul’a yapılan bu yeni havalimanını aslında hiç sevmiyorum. Çok büyük olduğundan her şey çok uzun sürüyor, mesafeler de çok uzun. O nedenle Sabiha Gökçen Havalimanı’nı (Adını SAW diye kısaltıyorlar) tercih ediyorum. Daha önceki yıllardan Ercan’a ağırlıklı olarak SAW’dan uçardık ama, hiçbir yaramazlık yapmamama rağmen, son yıllarda Pegasus artık uçaklarına benim gibi büyük köpekleri almamaya başladı. O nedenle son yıllarda THY ile uçar olduk.

En az 6-7 yıldır, senede bir kez İstanbul’la Kıbrıs arasında uçağa binerim. Bana da THY tarafından miles&smiles kartı verilmiş olsaydı şimdi epey puan toplamış ve bazı uçuşlarımı bedava yapmış olabilirdim. Uzun lafın kısası epey uçak yolculuğu deneyimim var. Buna rağmen terminallerde epey telaşlanıyorum. Etraf oldukça kalabalık oluyor, insanlar koşuşturup duruyor. En çok rahatsız olduğum durum ise zaman zaman grubumuzun dağılması. Örneğin Alper aniden bazı işlemleri yapabilmek için uzaklaştığında epey telaşlanıyorum ve grubu yeniden toplamak için Zehra’yı çekiştiriyor ve ona sıkıntılı anlar yaşatabiliyorum.

İstanbul’da terminal binasına girdiğimizde bizi güvenlik karşılıyor. Tüm bagajlar, bu arada benim kafesim de röntgen cihazından geçiriliyor. Alper bu işlerle uğraşırken ben Zehra’nın yanında uslu bir şekilde bekliyorum. Kuyrukta bekleyen diğer yolculardan bazıları da gelip başımı okşuyor. Özellikle çocuklar çok ilgi gösteriyor. Çekingen bir şekilde yaklaşıp başıma şöyle bir dokunup kaçan minikler de çok oluyor. Etrafta çocuk olduğu zaman onları ürkütmemek için hiç kıpırdamıyorum.

Bu arada büyük köpek kafesiyle seyahat eden kişilere bir uyarım var. Kafesi röntgen cihazına yerleştirirken mutlaka tekerlekleri yukarı bakacak şekilde koymak lazım. Bir keresinde bagajların üzerinde kaydığı dönen metal silindirlerin arasında benim kafesin tekerleklerinden biri sıkışmış ve kırılmıştı. Daha sonra üç tekerlekli bir kafesle seyahate devam etmek sahiplerim için tam bir kabusa dönmüştü. Kıbrıs’ta yeni tekerlek bulup satın almak da son derece zor olmuştu. O olaydan beri artık Zehra el çantasında mutlaka bir yedek tekerlek taşıyor.

İstanbul Havalimanı ile ilgili gözüme çarpan güzel bir yeniliği de hemen anlatayım. Biliyorsunuz terör vakalarının artması ve yöntemlerinin çeşitlenmesi sonucu ben doğmadan önce getirilen bir uygulamayla el çantalarında sıvı taşınması yasaklanmıştı. Aynı şekilde cep telefonu, bilgisayar, tablet bilgisayar gibi cihazların el çantalarından çıkarılıp bir tepsi içerisinde röntgenden geçirilmesi isteniyordu. Hatta bazı havalimanlarında bu cihazları çalıştırmanız bile talep ediliyordu.

Bundan bir süre önce Britanya adı verilen ve hiç gitmediğim bir ülkedeki Heathrow Havalimanı’na yeni röntgen cihazlarının konduğunu ve artık sıvı ve elektronik aletlerin el çantalarından çıkarılmasına gerek kalmadığını, Alper Zehra’ya anlatırken duymuştum.  Bu kez güvenlikten geçerken bu aletlerin İstanbul Havalimanı’na da konduğunu gördüm. Bu sayede güvenlik kontrolleri hızlanmış, çok da iyi olmuş. Ancak, daha Türkiye’nin ve dünyanın pek çok havalimanında bu cihazların olmadığını da vurgulayayım.

THY, İstanbul Havalimanı’nda, evcil hayvanlarla seyahat eden yolcular için ‘E’ Adası’nda ayrı bir kontuar açıyor. Gördüğüm kadarıyla burada işlemleri yapan personel hayvan dostu. Benim biletim önceden alınmış olduğundan ve bu işleri sık sık yaptığımızdan, işlemlerimiz son derece hızlı oldu. Konusunda iyi eğitim almış olduğu gözlemlenen personel, önce belgelerimi kontrol etti. Sonra beni tartının üzerine çıkardılar. Eskiden biraz huylanır, rahat durmazdım ama bu sefer tartının üzerine çıkıp uslu uslu oturdum. Sonra kafesim tartıldı, gerekli bagaj işaretlemeleri yapıldı.

Havalimanı büyük olduğundan hemen alt katta bulunan ve evcil hayvanların da çıkışının yapıldığı yere doğru yöneldik. Bu arada Zehra uçakta sakin durmam için Calmivet isimli bir sakinleştiriciyi bana ekmek arasında verdi. Bu ilaç piyasada zor bulunuyor. Biz genellikle Kıbrıs’ta bulabiliyoruz. Bu sayede, uçağın penceresi olmayan, bazen karanlık olabilen bagaj bölümünde daha huzurlu uçuyorum. Penceresiz bir ortamda, motorların büyük gürültüsü ve zaman zaman hava şartları nedeniyle oluşabilen türbülansta sakin olmak ve bir dahaki sefere sorun çıkarmadan yine uçabilmek için Calmivet almam önemliymiş. Gerçi belki de artık alıştım ve sakinleştirici almadan da uçabilirim ama hiçbirimiz bu konuda emin değiliz. O nedenle tedbiren almaya devam ediyorum.

Bu hap kiloya göre veriliyor. Ancak ilk keresinde prospektüsünde yazılan dozaja göre (ben 33-34 kiloyum) bana iki tablet verildiğinde fazla gelmişti ve Ercan’da dışarı çıktığımda hala ayaklarım birbirine dolaşıyor ve son derece zor yürüyebiliyordum. O zamandan beri artık tek doz alıyorum.

Benim terminalden aprona çıkış yaptığım kapı geliş katında. Oraya da asansörle iniliyor. Biraz sonra bir görevli gelip bizleri aldı. Ben nereye gideceğimizi daha önceki seyahatlerden çok iyi hatırladığımdan zaten o yöne doğru hareketlenmiştim. İyi kötü hiçbir şeyi, kişiyi, kokuları unutmam zaten. Mesela, bir keresinde Kıbrıs’ta bir veteriner beni kısırlaştırmak için bayıltmaya çalışırken yanlış anestezi ilacı verdiğinden ölümden dönmüştüm.  O nedenle o veterinere gittiğimizde kapıdan içeri bile girmem, veteriner dışarı çıkar ve bahçede muayene eder. Neme lazım…

Gümrüğe geldiğimizde pek de sempatik olmayan bir gümrük memuru hanım belgelerimi tekrar kontrol etti. Köpekleri ve köpek sahiplerini pek sevmediğini çıkardığı kokulardan hemen anladım. Sonra Zehra kafesimin tekerleklerini çıkardı ve içine girmem için her zamanki gibi ödül kurabiyelerimden vererek beni kafesin içine yerleştirdi ve kapımı kilitledi. Alper emin olmak için kafesimin kapısını tekrar kontrol etti.

Uçağa giderken en riskli konulardan biri kafesin kapısının açılmasıdır. Kendinizi bir anda apronda bulursunuz. Hatta böyle durumlarda gergin olan kedi ve köpekler apronda, pistte koşturmaya başlarlar ve yakalanmaları son derece güçtür. Genellikle de yakalanamazlar, uçuş güvenliğini riske sokabilirler ve sahiplerini bulamadıklarından kaybolur giderler. Herkes için çok üzücü bir durum ortaya çıkar.

Neyse ki son yıllarda kafesin kapısı ve nakil sırasında düşüp dağılma ihtimali olan yerler görevliler tarafından plastik kelepçeyle sıkı sıkıya bağlanıyor. Bu durumda ben de kendimi biraz gözaltına alınan muhalif gazeteciler gibi hissediyorum ve gururlanıyorum.

İstanbul Havalimanı’nda uçağa binebilmek için bagajlarla birlikte epey bir beklemem gerekti. Sonunda bir bagaj aracı beni ve bir başka köpek yolcuyu uçağa götürdü. Boeing 737-900ER tipi bir uçakla uçacağımızı anladım. Bu durumda Business Class uçacaktım. Zira Boeing 737 serisi uçaklarda köpekler ön kargo bölümünde özel bölümde uçabiliyorlar. Airbus 320 serisi uçaklarda ise köpeklere ayrılan yerler arka bagajda olduğundan ekonomi uçmak zorunda kalıyoruz.

Business Class’ta bir İstanbul-Ercan uçuşu

Bizim kafesler ön kargo bölümünde sıkı sıkıya bağlanıp sabitlenirken, yukarıda da yolcuların uçağa alınmaya başlandığını ayak seslerinden anladım. Kargo bölümünün kapısı kapanırken, yanımdaki, hayatında ilk defa uçacak olan köpek iyice telaşlanmaya başladı. Ya havalandırma çalıştırılmazsa, ya bulunduğumuz yer çok soğuk olur da donarsak, hava basıncı ayarlanmazsa gibi bir yığın endişesi vardı. Ben kendisini sakinleştirip, bu konulara artık havayollarının daha fazla dikkat ettiğini, ayrıca Zehra ve Alper’in uçağa bindiklerinde kabin amirini mutlaka uyaracağını anlattım. O da bu sayede sakinleşti.

Uçak sonunda hareketlendi ve pistte koşmaya başladığında ikimiz de aldığımız ilaçların etkisiyle derin bir uykuya dalmıştık bile.

Bir süre sonra şiddetli bir sarsıntı ile uyandık. Ercan’da şiddetli yan rüzgar olduğundan kaptanımız sertçe bir iniş yapmak zorunda kalmıştı. Neyse ki kuyruk sürtmesi gibi bir olay yaşanmadı. Bu 737-900ER’larda uçağın gövdesi bayağı uzun olduğundan kuyruk sürtme riski her zaman vardır; özellikle kalkış esnasında.

Uçak park pozisyonuna geldikten biraz sonra bagaj kapısı açıldı. Güneşten gözlerim kamaştı. Hava da Kıbrıs’ta her zaman olduğu gibi epey sıcaktı. Biraz sonra bir ağabey geldi ve bizi hemen alıp traktöre takılı bir vagonla terminalin girişinde gölge bir yere götürdü. Alper’in uçaktan inerken yer hizmetleri posta başısına beni güneşte tutmamaları için rica ettiğini tahmin ediyorum. Pimpirikli adamdır vesselam.

O sırada, bagaj bandının terminalin içerisine girmeye başladığı yerdeki lastik şeritlerden oluşan perde aralandı ve Alper’in yüzü belirdi. Beni görünce o, onu görünce de ben iyice rahatladık. Biraz sonra kafesim bagaj bandına kondu ve içeriye doğru hareketlendik. Hemen orada Alper ve kendisine yardımcı olan bir İstanbul Handling personeli kafesimi banttan indirdiler. Görevli ağabey hemen plastik kelepçeleri kesti ve Zehra da beni dışarı çıkardı. Ardından da bana hemen su verdi.

Daha sonra benim KKTC’ye girişimi sağlayacak olan gümrük memurlarının yanına gittik. Kırtasiye işlemleri biterken görevli veteriner ağabey de geldi. O sırada uçakta üçüncü bir köpek daha olduğunu, ancak küçük olduğundan sahiplerinin yanında uçmasına izin verildiğini fark ettim. 5kg’dan hafifmiş… bence ayrımcılık, ya da torpil!

Gerekli ödemeyi de yaptık ve havalimanından dışarı çıktık. Ben Zehra’yı da çekiştirerek derhal otoparka yöneldim. Mete Dayı’mın otoparka bırakmış olduğu arabamızı hemen tanıdım. Kapısı açılınca da hemen içeri atladım.

Bu arada birden aklıma geldi, yıllardır Ercan’a yeni bir terminal yapılacağı söylenir. Hatta terminal binası uzunca süredir büyük oranda bitmiş ama bir türlü açılmamıştı. Bu sefer de eski terminalden çıktığımıza göre ne olmuştu acaba?

Tam o sırada Türkiye’nin cumhurbaşkanının ben doğmadan çok önce başlayan bu inşaatın artık bitmesi gerektiğini söyleyerek 20 Temmuz’a hazır edilmesini istediğini, Zehra ile Alper’in konuşmalarından öğrendim. Ben köpek aklımla size şunu söyleyebilirim, bu terminal o gün pek çok eksiğiyle açılacak, tamamlanması daha uzun zaman alacaktır. KKTC Başbakan Yardımcıları’ndan birinin geçenlerde yaptığı bir açıklamaya göre terminalde pasaport ve gümrük bölümleri unutulmuş. Geçici bir çözüm bulunacakmış. Herhalde yüklenici, bu işi bilmiyor, devlet de gerekli denetimleri yapmıyor.

Sonuçta Girne’ye doğru yola koyulduk. Yolda camdan bakarken bu ülkede trafik dahil pek çok şeyin ters olduğunu düşündüm. Örneğin daha çok zenginlere hitap eden emlak vergileri son derece düşükken herkesin alması gereken ve sürekli yenilenmesi söz konusu olan ehliyet harçları son derece yüksek. Metreküp su bedelinin yanı sıra Girne’de inanılmaz bir sabit ücret tahsil ediliyor. İstanbul’da bile son zamlardan sonra su ve kanalizasyon bedeli hala daha düşük. Ülkede ciddi bir elektrik sıkıntısı varken, okulların depreme karşı güvenliği yokken, itibardan tasarruf etmemek için olacak, bir cumhurbaşkanlığı külliyesi yapılıyor. Etrafta da on milyonlarca Euro’ya mal olan dev camiler yükselmeye başladı.

Bu kavşak da böyle yarım bırakıldı yahu!

Lefkoşa’dan Girne yoluna çıktığımızda Lefkoşa Kuzey Yolu bağlantısının hala yarım halde durduğu da dikkatimi çekti. Girne’den geçip Karaoğlanoğlu yönüne yola devam ederken bir dükkanın yanındaki tarlada kocaman bir uçak maketi gördüm. Üzerinde Flykhy yazıyordu. Bu konuda sahiplerimden Alper büyük ihtimalle Kasım 2023- Nisan 2024 arası bir yazı yazar diyerek içimden gülümsedim. Adını acaba ‘Yazlıkçı Havayolları’ koyar mı?

Flykhy Girne- Ercan seferi için kalkışta

Nihayet eve geldik. Geniş bahçemizde koşturmaya başladım. Bu bahçede zamanı geldikçe yere düşen erikleri, incirleri, keçiboynuzlarını yiyeceğimi düşünerek keyiflendim. İstanbul’un koşuşturmalı yaşamından sonra sakin bir yaşam yeniden başlıyordu. Bir de kendimi kontrol edip, bahçemizin yanındaki sokakta sahipleri tarafından gezmeye çıkarılan dokuz aylık Doberman Ruby’e havlamayı bıraksam iyi olacak. Galiba öfke kontrolü eğitimi almam gerekiyor…

 

Exit mobile version