Geçen hafta yazımı Nice’de öğle arası otele döndüğümdeki ruh halimi anlatarak bitirmiştim. Şimdi devam edelim…
Saat 13:30 civarı yeniden toplantıya geri dönmek için Musa ile dışarı çıktık. Üzerimde üç parçalı siyah bir takım elbise vardı. Ancak, caddede hava tamamen farklıydı. Renkli kıyafetler, şapkalar giymiş büyük bir kalabalık, müzik eşliğinde şen şakrak caddede yürüyordu. Şubat ayı olmasına rağmen Akdeniz güneşi sayesinde ılık bir öğle sonrası yaşanıyordu. Meğer Nice’de festival zamanıymış.
Benim o anki psikolojime tamamen ters bir durum söz konusuydu. Aralarından karşı kaldırıma geçmeye çalışırken, takım elbisemle ben garip bir görüntü arz ediyordum.Tam o sırada palyaço kıyafeti giymiş birisi üzerime diş macunu benzeri bir madde fışkırttı. Başkaları da onu takip etti. Bir yandan da kahkahalarla gülüyorlardı. Üzerim bir anda spagettiye benzer, renk renk maddelerle sıvanmıştı. Kendimi artık Fellini filmlerinde gibi hissediyordum. Bir tepki göstermedim ama kim bilir yüzüm nasıl bir hal almıştı… Şimdi bir de takım elbisem rezil olmuştu.
Berbat bir halde toplantının yapıldığı binaya ulaştık. O sırada üzerimdeki macunların kuruyup sertleştiğini ve tutularak atılabildiğini fark ettik. Musa’nın yardımıyla üstümü temizledim ve toplantı salonuna girdik.
Eurest ekibine, söz konusu rakamla bir sonuca ulaşamayacağımızı uygun bir dille anlattık. Zaten durumu onlar da fark etmişti. Peştemaliye filan derken rakam 13.5 Milyon $’a çıktı. Daha fazla arttırmak olanak dışıydı. O ara Özcan Bey’i aradım. Bana “görüşmeyi bırak geri dön, bu fiyata satış olmaz” dedi.
Biz yine de görüşmelere devam ettik ve 13.5 milyon $’ı esas alan bir iyi niyet mektubu (Memorandoum of Understading-MOU) imzaladık. Beş altı maddeden oluşan bu MOU’nun son maddesi ‘İşbu MOU her iki tarafın yönetim kurulları tarafından onaylandıktan sonra satış ve devir sözleşmesine dönüştürülecektir’ anlamına gelen bir cümleden oluşuyordu.
MOU’nun diğer maddeleri ise esas olarak, İHY’nin ikram departmanın, kurulacak bir şirkete tüm yükümlülüklerinden arınmış olarak, tüm personeli ile, DHMİ ve SHGM (Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü) lisans ve izinleri alınmış olarak devredileceğini; devredilecek personelin tüm tazminatlarının İHY tarafından ödeneceğini; tüm tesisler ve ekipmanın olduğu gibi aktarılacağını kapsamaktaydı. Daha sonra bu şirketin hisseleri Eurest tarafından alınacaktı.
Ayrıca İHY, yedi yıl boyunca tüm ikram alımlarını Eurest’ten yapacak, buna karşılık Eurest de İHY’ye, Avrupa ve Türkiye’de tüm müşterileri arasında en uygun fiyat verdiği havayolu ile eşdeğer bir ikram fiyatı garanti edecekti. Bu şirket de o sıralar British Airways idi.
Anlaşmayı imzalayıp, Türkiye’ye döndük. İçim bir anlamda rahattı, zira Özcan Bey bu fiyatı ve şartları kabul etmezse bir e-posta yollayıp, yönetim kurulu onaylamadı deme şansım vardı. Öte yandan, sekiz aylık çabam da boşa gitmiş, İHY’nin mali sorunlarına bir katkım olmamış olacaktı.
O sıralar Özcan Bey de kendi kulvarında çabalıyordu. Yer hizmeti departmanına diğer havayollarına da hizmet verebilmek için ruhsat almıştı. Kendisini engellemek için, özellikle Çelebi ve Havaş, Ankara’da epey çaba göstermişti. Gümrüksüz satış şirketi ise THY’nin ihalesini kazanarak, uçaklarda satış yapma hakkını elde etmişti. Safi Bey ise bankalar ve uçak kiralama şirketleriyle mücadele ediyordu. Ayrıca, o zamanlar Sümerbank’ın sahibi olan Hayyam Gariboğlu ile bazı kritik görüşmeleri yürütüyordu.
Özcan Bey’le farklı düşündüğümüz nokta, o bu izinler ve kazanılan ihale sonucu yer hizmetleri ve gümrüksüz satış aktivitelerinin artık para kazanacağını düşünüyor ve satılması konusunda son derece isteksiz davranıyor, ben ise bu departmanların gösterilen çabalar sonucunda değerlerinin arttığını düşünerek, daha yüksek fiyattan satılabileceğine inanıyordum.
İstanbul’a geldikten sonraki gün ofise gittim ve MOU’yu Özcan Bey’e anlattım. Anında reddetti. Ben de Eurest’e yukarıda belirttiğim içerikte bir e-posta yolladım.
Ertesi gün Eurest’ten beklemediğim bir yanıt geldi. Eurest’in Fransız CEO’su İstanbul’a gelip Özcan Bey’le görüşmek istiyordu. Anlaşılan daha pazarlık sonuçlanmamıştı ve Eurest İHY ikram bölümünü almak için istekliydi. Hemen randevu verdik. Bir hafta sonra Fransız CEO İstanbul’daydı.
Toplantı CEO’nun kaldığı Beşiktaş Conrad Oteli’nde bir odada yapıldı. Ben ve Mr. Olsen de, lobide ufak bir masanın etrafına konmuş iki koltuğa ilişmiş olarak beklemeye başladık. Uzun bir toplantı olmasını bekliyorduk. Ancak öyle olmadı. On dakika sonra iki CEO odanın kapısında belirdiler. Son derece keyifliydiler. Adeta, Adanalı olan Özcan Bey’le Lübnan asıllı Fransız CEO’nun birbirlerine kanı kaynamıştı. 20 Milyon $’a anlaşmışlardı. Özcan Bey bana dönerek, bir an evvel satış işlemlerinin tamamlanması talimatını verdi.
Çok şaşırmıştım. 20 milyon $ rakamının nasıl belirlendiği konusunu Özcan Bey’e hiç sormadım.1 FAVÖK temelli olmadığı kesindi. Acaba kurban alımı esnasında olduğu gibi el sıkışarak mı pazarlık yapılmıştı? Rakamı duyunca hem sevinmiş, hem de daha önce 13.5 milyon $’ın üzerinde bir rakama ulaşamamış olduğumdan canım sıkılmıştı.
Şaşıran ve canı sıkılan tek ben değildim. Mr.Olsen de aynı durumdaydı. “Alper bizim bütçemiz 15 milyon $’dı. Satınalmayı 13.5 milyon $’a bitirince sevinmiştim. Şimdi 20 milyon $’ı nereden bulacağız? Bütçede yok” diye hayıflanıyordu.
Bir hafta sonra Eurest ekibi tekrar İstanbul’daydı. Satışın uygulamasının nasıl yapılacağı belirlendi. Bu arada Sebastian devreye girdi. Halka açık bir şirket olan Compass’ın CFO’su olarak ciddi sorumlulukları vardı ve 20 milyon $’lık rakamı kabul edilemez, yönetim kurulu ve genel kurulda savunulamaz olarak görüyordu. İşi yokuşa sürmeye başladı.
Ödeme planının bazı hedeflere bağlı olmasını şart koştu. DHMİ ruhsatları Eurest’in üzerine aktardığında 1.5 milyon $ ödenecekti. Bu meblağ ile biz tazminatları ödeyerek personeli onlara devredecektik. Personel, tesis ve ekipman devredildikten sonra bir ödeme daha yapılacaktı. Ödemeler bu şekilde aşama aşama devam edecekti. Sebastian’ın ısrarla üzerinde durduğu bir konu ise ödemenin önemli bir kısmının yedi yıla yayılması ve İstanbul Havayolları’nın kendilerinden alacağı ikrama karşılık mahsuplaşma şeklinde olmasıydı.
Özcan Bey derhal Ankara’ya DHMİ’ye giderek, ikram ünitesinin üzerinde olan izinlerin yeni kurulacak şirkete devri ve Eurest’in şirketi devralmasından sonra da izinlerin devam etmesi için uğraşmaya başladı. Bürokrasi bu konuda da Özcan Bey’i epey zorladı.
O sıralar, uçak kiralama şirketlerinden, Bakırköy’de ikram için et tedarik ettiğimiz kasaba kadar alacaklılar peşimizdeydi. Bankalara da çok yüksek faizler ödeniyordu. Personele de, bir iddiaya göre, yedi aylık bir ücret borcu birikmişti.
Kafamda kurmuş olduğum strateji, muazzam bir alacaklı baskısı altında olan İHY’yi gelecek ödemeyle bir miktar rahatlatmak, piyasaya “bakın biz bu satıştan sonra, otelleri, yer hizmetlerini ve gümrüksüz satış departmanını da satıp, şirketin borcunu ticari açıdan kabul edilebilir bir düzeye indireceğiz, fırsat verin ve daha fazla üstümüze gelmeyin” mesajını vermekti.
Eurest’in ödemelerinin hiç olmazsa yarısının, DHMİ izinlerinin alınması, personel ve tesislerin devrinden sonra yapılması bizim için kritikti. Bu sayede stratejimi uygulamaya sokabilecektim. Başta uçak kiralama şirketleri olmak üzere büyük alacaklılara anlamlı bir ödeme yapmayı, ayrıca küçük alacaklıların borçlarını tasfiye etmeyi umuyordum.
Bu tür durumlarda, zayıf nakit akışları nedeniyle hemen zora düşen ve çaresiz olduklarından derhal icra yoluna başvurabilecek kasap gibi küçük işletmelerin başımıza ciddi belalar açabileceğinin farkındaydım.
Bu arada gerginlik ve koşuşturmaktan kalbimde aritmi başlamıştı. Aslında fiziksel bir nedeni de yoktu, tamamen psikolojikti.
İstanbul’daki ikram departmanına giderek tüm çalışanları topladım ve departmanın bir şirkete dönüştürüleceğini, daha sonra da dünyanın üç büyük ikram firmasından biri olan Eurest’in kendilerini satın alacağını anlattım. Bu sayede birikmiş maaşlarını, tazminatlarını alacaklar, hem mali durumu iyi olan bir yabancı şirkette çalışmaya başlayacaklar, hem de İHY’ye nakit girişi sağlayarak rahatlamasına neden olacaklardı. Bu ikinci neden de onlar için önemliydi, zira hem personel İHY’ye gönülden bağlıydı, hem de ikramda çalışan pek çok kimsenin eşi veya çocukları havayolunun diğer bölümlerinde çalışıyordu.
Bu açıklamalara rağmen epey tepki aldım. Bir kısım personel psikolojik bir takıntıyla ‘bizi sattınız, biz şimdi satılmış olduk’ diyordu. Bir kısmı ise işten çıkarıldıktan sonra yeni şirketin kendilerini işe almayacağından endişe ediyordu. Bu endişeleri gidermek için Ercan dışında tüm istasyonları dolaşıp personele durumu tek tek anlattım.
Bu arada Eurest KKTC’deki mutfağı almanın politik nedenlerle riskli olacağı sonucuna varmıştı. Sonuçta Yunanistan ve GKRY’de de işleri vardı.
İşten atılma korkusunu aşmak için, önce Eurest personelle yeni anlaşma yaptı, hemen akabinde de tazminatlar ödendi. Özcan Bey DHMİ’den izinleri almış, Eurest de ilk taksidi ödemiş olduğundan, personel ödemelerinde hiçbir sorun yaşanmadı. Yeni şirket faal duruma geçince İHY’ye ikinci ödeme de yapıldı.
Bu aşamada bizim ödeme gecikmelerimizden son derece huzursuz olan bir uçak kiralama şirketine önemli bir ödeme yapmamız gerekiyordu. Ancak, Özcan Bey gelen nakdi kendi önceliklerine göre kullandı. Sanırım o da DHMİ’ye yüklü bir ödeme yapmak için söz vermiş, izinleri ancak bu şekilde alabilmişti. Yani aramızda ciddi bir iletişim kopukluğu söz konusu olmuştu. Sonuçta bahse konu finansal kiralama şirketine yeterli ödeme yapamadık. Çok ciddi şekilde canları sıkıldı.
O sırada aklıma Özcan Bey’e otellerin satışının ne durumda olduğunu sormak geldi. Ancak, o konuda pek bir girişim yapılmadığını ve satışın gündemde olmadığını öğrendim.
Hem yeni satışlardan nakit girişi olmayacağından, hem de Sebastian yüzünden alacağımız 20 milyon $ gıdım gıdım geleceğinden, hatta önemli bir bölümü mahsuplaşma nedeniyle yedi yıla yayılacağından ve bir kerede anlamlı bir nakit girdisi yaratmayacağından, kendi kafamda kurmuş olduğum ve yönetimde kimseyi tam ikna edemediğim stratejinin uygulanabilirliği kalmamıştı. Sağlığımdan da iyice endişelenmeye başladığımdan dolayı görevden affımı rica ederek, şirkete katılışımdan tam on iki ay sonra ayrıldım.
Daha sonra ne olduğunu başkalarından duydum ve basından izledim. Eurest’ten bölük pörçük gelen para borçları azaltmamış ve bankalara yapılan faiz ödemelerinde buhar olmuş, 20 milyon $’lık satış bedelini Sebastian’ın kabul edememiş olması İstanbul Havayolları için büyük sıkıntı yaratmıştı. İkram ünitesi dışında, başka ünitelerin, özellikle otellerin satışı konusunda yeterli girişimde bulunulmamış olması durumu daha da zorlaştırmıştı. Ağustos ayında, İstanbul Havayolları’nın operasyonu durdurmak zorunda kaldığını basından okudum.
İstanbul Havayolları’yla yedi yıllık kontratı olan Eurest de bu durumda ana müşterisini kaybetmiş oldu. Bir süre sonra da Türkiye’de barınamayıp, çıkıp gitmek zorunda kaldılar. Finans konusunda çok bilgili olan Sebastian’ın iyi bir yönetici olmadığı, ticari hayattan hiç anlamadığı ortaya çıkmıştı. İHY’nin sorununu tam algılayamamış, ya da Compass’taki kendi pozisyonunu sağlama almaya öncelik vermişti.
Sonuçta iki tarafın da kazan kazan’a ulaşmak amacıyla verdiği uğraş, kaybet-kaybet’le sonuçlanmış oldu.
* Bu yazı dizisinin ilk bölümü yayınlandıktan sonra Özcan Bey beni telefonla aradı ve keyifli bir görüşme yaptık. Kendisine bu soruyu sordum. Yanıtı “o da CEO olarak benim becerim” oldu. Gülerek, günün birinde buluştuğumuzda anlatacağına söz verdi.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.