Cenaze hikayelerine geçen hafta kaldığım yerden devam edelim.
Ailemde benden yaşlı yakın akraba olarak bir tek amcam kalmıştı. O da Danimarka’da yaşıyordu. Bir ziyaretimde vasiyetini hazırladığını, bana yük olmamak için yaşadığı şehirdeki mezarlığın Müslümanlara ayrılan bölümüne gömülmesini talep ettiğini anlattı. Gerekçesi de zaten kimsesi olmaması ve 60 yılı aşkın bir süredir Danimarka’da yaşıyor olmasıydı.
Ben itiraz ettim. ‘Ben yeğenin olarak senin ailenim, ayrıca oğlum ve (o zaman tek olan) torunum da senin ailen. Onların soy bilinci için herkesin aynı yerde olması ve ziyaret edilebilmesi benim için önemli’ dedim.
Cenazesinin nerede gömüleceği konusunu önemsemiyor gibi görünen amcam, bu tutumuma çok sevindi. Gitti vasiyetini değiştirtti. Cenazenin benim talimatlarım doğrultusunda defnedilmesini yazdı.
Aradan birkaç yıl geçti ve kendisinde Alzheimer başladı. Bakım evine nakledildi. Oğlumla ben birer ay arayla kendisini dönüşümlü olarak ziyaret ediyorduk. Bizi tanıyor ama konuşamıyordu. Görevliler sonunun yakın olduğunu söylediler. Ben de Danimarka’da konunun uzmanı bir Türk avukata gittim ve ölüm halinde yapılacakları öğrendim. Türkiye’de cenaze kaldırmakta ustalaşmıştım ama bu sefer milli olacaktım.
Bana en önemli önerisi, Diyanet İşleri Başkanlığının cenaze vakfına amcamı üye ettirmem oldu. Bu sayede amcamın ölümü halinde cenazesi Türkiye’de istediğim kente, tüm dini vecibeleri aksatılmadan iletilecekti. Bu fikri hemen benimsedim. Aksi taktirde mevzuatını bilmediğim bir ülkede gerekli işlemleri tamamlayıp cenazeyi Türkiye’ye getirmem son derece zor olacaktı. Derhal internet üzerinden amcamı vakfa, gerekli parasal katkıyı da yaparak, kaydettirdim. Diyanetin benzer örgütlenmeleri pek çok ülkede varmış. Her eve lazım, tavsiye ederim. (Danimarka için gerekli e-posta adresi: https://cenaze.dtdv.dk/)
Ve bir gün, amcamın kaldığı bakım evinden beklenen haber geldi. Amcam zatürre olmuştu ve ölmek üzereydi. Derhal uçağa atlayıp Danimarka’ya gittim. Vardığımda amcam ölmüş, cesedi morga kaldırılmıştı. Hemen cenaze vakfını aradım. Derhal devreye girdiler. Türkiye’den tanıdığımız Diyanet Danimarka’da da hizmetimizdeydi.
Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye’de yaşarken devlet sizi süründürür ama, öldüğünüzde el üstünde tutar. Her şey de çok düzenli çalışır. Telefondaki hanım cenazenin Kopenhag Merkez Camii’nde mi yıkanmasını, yoksa tercihimin Türkiye mi olduğunu sordu. Tercihim Kopenhag Merkez Camii oldu. Bana uçuş günüm ve uçacağım havayolu soruldu. Pazartesi Pegasus’la Kopenhag- Sabiha Gökçen (SAW) dedim. PNR numaramı da verdikten sonra ‘uçuştan hemen önce cenaze Kastrup’ta terminalin kapısında olacak, bir belge imzalayıp cenazeyi teslim alacaksınız’ dendi.
Bu görüşme Cumartesi sabahı oldu. Cenaze Vakfı 7/24 faaldi sanki. Pazartesi trenle Kopenhag’a geçtim. Tam söylenen saatte telefonum çaldı ve cenazenin terminale geleceği aracın tipi, plakası ve görevlinin adı verildi. Arkasından Mercedes Vito bir araçla cenaze geldi. Vakfın çalıştığı Danimarkalı cenaze levazımatçısı bana bir teslim belgesi imzalattı ve terminalin kargo bölümüne geçerek cenazeyi teslim etti.
Ben de bilet, pasaport ve güvenlik işlemlerini yapıp Pegasus’un yanaştığı körüğe geldim. Biraz sonra bavullar yüklenirken amcamın cenazesi de geldi ve uçağın ön kargo bölümüne yerleştirildi. Koltuk numaram yedinci sırada ve sağ cam önü olduğundan hemen hemen amcamın üstündeki koltuğa yerleştim ve kalktık.
SAW’a indiğimizde saat 23:00 civarıydı. Pasaport işlemlerini tamamlayıp, yer hizmetlerinden cenazeyi nereden teslim alacağımı sordum. Bir kilometre ötedeki kargo binasından teslim alacağım söylendi. İstanbul’da bir taksicinin, hele havalimanında sıra bekleyen bir taksinin beni bu kadar kısa mesafeye götürmeyeceğini bildiğimden, bavulumu çekerek yürümeye başladım.
Gece karanlığında kargo binasına vardığımda bir başka Mercedes Vito kapıda bekliyordu. Acaba Mercedes bu Vito’ları özel olarak cenaze aracı olarak mı üretiyor diye kendi kendime sormadan edemedim. Diyanet’in bu konuda uzmanlaşmış görevlisi ‘gümrük işlemleri biraz sürer, sen hiç bekleme Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki morga git ve beni bekle’ dedi.
Ben de belediye otobüsüyle 4.Levente gidip, evden arabamı alıp Zincirlikuyu’ya doğru yola çıktım. Gece saat 01:00’i geçmişti. Üstünde ‘Herkes bir gün ölümü tadacaktır’ yazan mezarlığın ana kapısının önüne geldim, ancak kapı kilitliydi. Bulduğum bir zili çaldım. Hayatımda ilk defa kapı zili çalarak mezarlığa giriyordum.
Bir güvenlikçi geldi ve benden bilgi aldıktan sonra kapıyı açtı. Sorduğumda daha amcamın cenazesinin ulaşmadığını öğrendim. Arabayla içeri girip, gecenin ıssızlığında, ezbere bildiğim yolu takip ederek, morgun bulunduğu binaya vardım.
Orada da bekçiyi uyandırmam gerekti. Saat 01:30’a doğru uzaktan amcamın getirildiği Mercedes panel vanın farları ağaçlar arasındaki yolda görüldü. Daha sonra da araç morgun önüne yanaştı. Tabutu indirmek için arka kapıyı açtık ve sıkıntılı bir durumla karşılaştığımızı fark ettik.
Bildiğiniz gibi Müslümanlar tabutu omuzda taşırken, Hristiyanlar iki yanında kulpları olan bir tabutu aralarında kalçanın biraz altında taşırlar. İnsan kolunun uzandığı noktadır bu. Amcamın konduğu tabut da böyle bir tabuttu ve son derece büyüktü. Kullanılan cilalı, kaliteli İsveç ahşabından dolayı da son derece ağırdı. Gardırop gibi bir tabutu taşımak zorundaydık.
Üç kişi tabutu zorlukla, güvenlikçinin getirdiği tekerlekli bir sedyenin üzerine yerleştirdik. Sonra da morgdan içeri aldık. Bu arada Diyanet’in sorumlusu da ayrıldı. Soğutucu dolapların olduğu bölüme geldiğimizde başka bir sorun ortaya çıktı.
Avrupa’dan zaman zaman gelen büyük tabutlar için morgda iki geniş soğutucu vardı ama, o gece tüm soğutucular cenazelerle dolu olduğundan, bu dolaplara da yurtiçinde vefat edenler konmuştu. Gerçi Anadolu’ya yollanan bir cenaze nedeniyle bir adet standart dolap boşalmıştı ama, amcamın tabutunu sığdırmamız olası değildi. Öte yandan, Danimarkalı cenaze levazımatçısı işini çok düzgün yapmış ve nakliye esnasında bir sorun çıkmasın diye tabutun kapağını tabutun gövdesine adeta mühürlemişti. Açmak mümkün değildi. Yani amcamı tabuttan çıkarıp kefeniyle soğutucuya koymak kolay olmayacaktı.
Saat 02:00’ye gelirken artık kerpeten, tornavida gibi aletleri bıraktık, olmuyordu. Güvenlikçi son çare olarak yangın halinde kullanılacak malzemelerin durduğu bölümden bir balta getirdi. Ben ve adam dönüşümlü olarak baltayı tabutun kapağına vurmaya başladık. Kan ter içerisindeydik. Etrafta dolaplarda cenazeler, biz ortadaki meydanlık alanda ve saat 02:30! Tam bir korku filmi gibiydi. Epey de gürültü yaptık ama etrafta uyanan, bize müdahale eden olmadı neyse ki.
Sonunda tabutta bir delik açtık. Daha sonra tabutu uzun uğraşılar sonucu kırıp amcamın cenazesini çıkardık ve dolaplardan birine yerleştirdik. Amcamın bir balta darbesi almamış olması hassas çalıştığımızın bir göstergesiydi.
Sabah erken saatlerde Danimarka’nın Odense kentinde başlayan gün nihayet sona ermişti. Eve dönüp duşumu alıp sabaha karşı yattım. Ertesi gün de cenaze Levent Camii’ndeki öğle namazından sonra aile mezarlığına defnedildi. Cenazenin Kilyos’a nakli esnasında imam efendiyle mutat entelektüel sohbetimizi de yaptık. Bu kez konular, kabir azabı, huriler ve ölünün burnu değişik toprak cinslerinde ne kadar zamanda düşer üzerine oldu.
Bu benim aile büyükleriyle ilgili son cenaze görevim oldu. Aile mezarlığında bir kişilik daha boş yer var. Ailenin en yaşlısı da artık benim. İşler sırasıyla giderse benim görevim buraya kadar. Artık Vito ile mi TOGG ile mi son yolculuğa çıkarım orası meçhul…
Son bir not: Umarım bir gün Türkiye’de devlet, vatandaşlarına düzgün bir hizmeti öldükten sonra değil de yaşarlarken verecek hale gelir. Türk vatandaşları olarak beklentimiz de, öyle zırhlı Mercedes filan değil, insanca bir yaşam!
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.