1 Şubat 2018’de başlayan Avustralya gezimin ilk durağı ülkenin kuzeydoğusundaki Queensland Eyaleti’nin Cairns kenti oldu.
Yolculuk oldukça zorlu oldu. Frankfurt’tan 30 Ocak’ta yola çıkmış, Singapore Airlines’ın B777si ile 12 saatlik bir uçuşla Singapur’a ulaşmıştık. Yolcuların balık istifi doldurulduğu ekonomi sınıfında (Ben ona kanguru sınıfı demeyi tercih ediyorum, zira insanlar adeta kucak kucağa oturuyorlar.) uzun uçuş oldukça yorucu olmuştu. Bir de üstüne Chanagi Havalimanı’ndaki yedi saatin üzerinde bir aktarma süresi eklenince ruh gibi olmuştum. Nihayet izleyen gün yerel saatle 01:10’da Silk Air’in B737-Max 8 uçağına bindik. Bu uçakta da, hem diz mesafesi son derece kısa, hem de koltuklar çok dardı. Koltuk konfigürasyonu herhalde Uzakdoğulu minyon insanlar için düzenlenmişti. Uçaklarda bu koltuk konusunun tadının iyice kaçmaya başladığını bu seyahatte bir kez daha gözlemlemiş oldum.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Endonezya üzerinde saatlerce şiddetli bir türbülansta uçtuk. Uyumak olası değildi. Uçuş toplamda yedi saate yakın sürdü. Endonezya’dan sonra Avustralya’nın kuzey sahili göründü. Gün ağardığından ve hava açık olduğundan sahiller gayet net görünüyordu.
Darwin yakınlarında uçuyorduk. Buralar, Kırmızı Köpek’in (*) bir zamanlar koşturduğu yerler diye düşündüm. Bir süre sonra tekrar deniz üzerine çıktık, sonra tekrar kara… Artık Queensland Eyaleti üzerindeydik, Avustralya’nın kuzeydoğu ucu. Gideceğimiz Cairns de bu eyaletteydi.
Havalimanında tüm yolcuların pasaport işlemini sadece iki görevli yapınca 40 dakika bekledik. Gümrükçü ise Türk olduğumu öğrenince bagajımla epey uğraştı. Yanımdaki ilaçlara özel ilgi gösterdi. Aradığı uyuşturucuydu. Ama çok nazikti. Sonra da özür diledi.
Konaklayacağımız otelin adı Hotel Grand Chancellor’du. Tropik bir ormanın içerisinde iki katlı bloklardan oluşuyordu. Biyolojik saatim tamamen bozulmuştu. Saat 14:00’e kadar odalar hazır olmayacak denince, ben de arada denize gideyim bari dedim.
Ancak, denizde ve kumsalda timsah, suyun içerisinde ise Latince adı chironex fleckeri olan bir çeşit çok zehirli denizanası olduğundan sadece bariyerlerle çevrili alanlarda girilebiliyormuş.
Ormanın içerisindeki patikanın tam ortasından, kendimce timsahlara yem olmamak için, dikkatli bir şekilde 15 dakika kadar yürüyerek denize girebileceğimin söylendiği yere vardım. Ancak kumsalda bir gözetleme kulesinin üzerinde olan cankurtaran iki genç o gün denize girmeye hiç izin vermediklerini söyledi. Sabah erken saatlerde bariyerin içerisinde, uzunluğu 2 metre civarında olan iki adet chironex fleckeri öldürmüşler. Bu denizanalarına halk arasında deniz eşekarısı adı da veriliyormuş. İngilizcede ‘marine stinger-deniz sokanı’ adı verilen denizanalarının en tehlikelisiymiş.
Kuledeki cankurtaranların yanında panzehir bile vardı. Sokulanı hastaneye götürmekle uğraşmak gecikmeye neden olabileceğinden anında müdahale etmek tercih ediliyormuş. Bu kadar riskli bir duruma rağmen suda iki kişiyi görünce epey şaşırdım ve cankurtaranlara bu kişilerin neden suda olduğunu sordum. Gelen yanıt iki kelimeden oluşuyordu; “Onlar Arap!”
Timsahlara yem, denizanalarının öldürücü oklarına hedef olmadan sahilde biraz yürüdüm ve otele döndüm. Asfalt bir yolun kenarında yürürken ilginç bir trafik tabelasıyla karşılaştım. Bizde genellikle üzerine bir ineğin, bazen de geyiğin resmedildiği benzer uyarılara karşılık burada bir kanguru söz konusuydu.
Queensland 1,729,742 km² büyüklüğünde bir eyalet. Yani Türkiye’nin iki katı kadar. Nüfusu ise sadece 5,200,000. Eyaletin başkenti ülkenin üçüncü kalabalık kenti olan Brisbane.
Avusturalya’nın ikinci en büyük eyaleti olan Queensland’in coğrafyası ve iklimi de büyük değişiklikler gösteriyor. Kuzeyde tropik ormanlar hakim. Kıyılar ağırlıklı olarak uzun kumsallardan oluşuyor. Biraz batıya gidince sıra dağlar var. İç kesimlerde ise savan dediğimiz geniş çayırlar ve çöller yer alıyor. Yeraltı kaynakları açısından da zengin olan Queensland’in en ilginç özelliği ise denizin içerisinde, sahilin biraz açığında yer alan 2300 km uzunluğundaki Büyük Bariyer Resifi (Great Barrier Reef) Zaten bizlerin de Cairns’e gelme nedenimiz bu resifi görmek.
Cairns‘in nüfusu 165,000. Ufak bir yer. Biz 30 dakika kuzeyinde Palm Cove isimli bir sahil yerleşkesinde kaldık. Kaldığımız otel sahilden içerde tropik bir ormanın ortasındaydı. Hava, bir zamanlar Amerika’da üniversiteye gittiğim Clemson’daki gibi yapış yapıştı. İnsan biraz yürüdüğünde sırılsıklam oluyordu. Orman olmayan yerlerde ise şeker kamışı plantasyonları vardı.
Oteldeki odam nihayet 14:30’da hazır oldu. Gece de 20:00 civarı yattım. Ertesi sabah saat 06:15’te kahvaltıda olmamız istenmişti. “Jet lag” nedeniyle 5:45’te uyandım.
Kahvaltı bayağı zengindi. Malum tropik meyveler… lychee, ananas, mango, papaya v.s. 07:00’de tümü Alman olan turist grubumuz, Avustralya’ya göç etmiş olan İsviçre asıllı rehberimiz önderliğinde, tekneyle mercan kayalıklarına gitmek üzere otobüse bindik ve Cairns’teki marinaya doğru yola çıktık.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra kente ve marinaya vardık. Kentte dikkatimi çeken orta boy bir şehitlik ve anıt oldu. Anıt, İkinci Dünya Savaşı’nda Libya Tobruk’ta, İngiliz general Montgomery komutasında, Alman general Rommel’in ordusunu durdurmaya çalışırken şehit düşen Cairnsli askerler içinmiş.
Marinada bir katamarana bindik ve yola çıktık. Deniz yolculuğu iki saat sürdü. Baselli rehberimiz yolda başta güvenlik olmak üzere seyahat sırasında uyulacak kuralları anlattı. Personel nezaretinde güvenlik demoları yapıldı.
Örneğin şnorkelle suya girildiğinde koruyucu kıyafet giymek şartmış. Biz sudayken etrafımızda teknelerle dolaşacak olan cankurtaran durumumuzu sorduğunda ellerimiz başımızın üzerinde daire şeklinde birleştirdiğimizde “o.k.” demekmiş. İki elimizi birleştirmeden kaldırırsak yardım, tek yumruk acil değil ama tekneye alınmak istiyorum anlamına geliyormuş. Ayrıca güvenlik nedeniyle çift çift dolaşılacağından bizim guruptan biri bana kendisine eşlik etmemi, “buddy” olmamı teklif etti. Eşi şnorkel kullanmak istemiyormuş.
Katamaranımız bir ufak kum adasının açığında duracakmış. Sonra küçük bir tekneyle kumsala geçilecek ve bu ufacık adada yaşayan bazı deniz kuşları izlenecek, sonra da suya girilecekmiş.
Deniz suyu 27 C dediler. Mercanlara zarar vermemek için küçük tuvaletinizi bile teknede yapın diye uyarıldık bu arada. Teknede sürekli bulunan atıştırmalıklara ek olarak öğle yemeği de olacakmış. Daha sonra 13:30’da denizaltı ile yarım saatlik bir gezi olacak dendi. Çok klostrofobik olmadığını ümit ederek katılmaya karar verdim.
Great Barrier Reef, alan olarak Almanya kadar büyükmüş. Tekne ile bu oluşumun üzerinde yer alan Michaelmas isimli bir kum adacığına gittik. Tekne Quiksilver firmasına aitti. Türkiye’den de tanıdığımız bu firma Avustralya’da, başta sörf olmak üzere deniz turizminin pek çok alanında faaliyet gösteriyor ve geniş bir yelpazesi olan ürünlerini pazarlıyor.
Söylendiği gibi adacıkta kuş kolonileri vardı. O nedenle kumsalın dar bir bölümünün dışında adada dolaşmaya izin verilmiyordu. Sahile, dolmuş usulü çalışan bir tekne ile çıktık. Daha sonra ikişer kişilik gruplar halinde suya girdik. Mercan kayalıkları balık ve kabuklu su ürünleri açısından çok zengindi. Özellikle 40 santimden daha uzun olduğunu tahmin ettiğim 150 kg ağırlığında olduğu söylenen istiridyeler çok etkileyiciydi. Ventilleri ve gözleri vardı. Bir yerinizi kaptırırsanız hapı yuttunuz.
Benim ortakla birlikte bir saati aşkın bir süre suda kaldık. Deniz hıyarları gibi pek çok sualtı bitkisi de çok ilginç ve güzeldi. Olumsuz olan, mercanların Mısır’da Hurgada ve Bahamalar’da gördüğümüz kadar renkli olmamasıydı. Kısmen ışık durumundan, kısmen dünyanın ısınmasından kaynaklandığı söylendi.
Dünyanın ısınması sonucu hem mercanların beslendiği planktonlar azalıyormuş, hem de Yeni Gine’den gelen çapı 40 santim civarı olan bir çeşit istilacı denizyıldızı tahribat yapıyormuş. Bunlar mercanlara yaklaşıp, midelerinden bir asit püskürtüyor, yerinden kopan mercanları mideye indiriyormuş.
Doğanın tam ortasında olduğunuzu hissettiğiniz bir anda aniden elinde flaşlı bir sualtı kamerasıyla bir fotoğrafçının belirmesi, bulunduğumuz ortamın büyüsünü bozdu ama çektiği fotoğraf güzel bir hatıra olarak kalacağından affedilebilirdi.
Daha sonra katamaranımıza döndük ve öğle yemeği yedik. Menü Kanton mutfağından Çin yemekleriydi. Meyveler yine çok güzeldi. Öğleden sonra denizaltı ile mercanlara bir daha baktık. Yarım saat sürdü. Çay saati ve yolcuların son kez sayımından sonra Cairns’e dönmek üzere yola çıktık.
Sonuçta benim için çok değişik bir gün oldu. Ayrıca yorucu uçak yolculuğu sonrası gayet iyi geldi. Atlantik ve Hint Okyanusu’ndan sonra ilk defa Pasifik’te denize girmiş olmak da hoştu.
Dönüş yolculuğunda yol kenarında enteresan bir uyarı gördüm; üzerinde ‘Don’t spread electrical ants’- elektrikli karıncaları yayma, diye yazan bir tabela…. Meğer, değdi mi elektrik çarpmasına neden olan bir karınca türü varmış. Yayılmaması için mücadele ediliyormuş. Yıllar önce Amazon’da uğradığım karınca saldırısı aklıma geldi. Bu bölgede genellikle şort altına bot giyiyorlar. Herhalde, haşarata, yılana, çıyana, bilmediğimiz pek çok tehlikeli olabilecek canlıya karşı bir tedbir. Cairns Havalimanı’nda çalışan yer hizmetleri personelinin bile bu şekilde kıyafetleri olması dikkatimi çekmişti.
Otele döndükten sonra zaten teknede yediklerimden dolayı tok olduğumdan tropikal meyvelerden biraz yiyip erkenden yattım, zira sabah 02:45’te kalkılıp Avustralya gezisine devam etmek için havalimanına doğru yola çıkacaktık.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.