Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra pek çok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı arkadaşımdan mesajlar aldım ve telefon görüşmelerim oldu. Temas kurduklarım arasında sıradan vatandaş olarak tanımlayabileceğim pek çok kişi olduğu gibi, entellektüel düzeyi çok yüksek dostlarım da vardı. Temas kurduklarım içerisinde politik eğilimleri çok farklı kişiler bulunuyordu; sağcılar, solcular, dinciler, şövenist ırkçılar, liberaller …
Bir iki Atatürkçü sol aydın ve bazı liberaller dışında herkes beni Sn. Tatar’ın kazanması nedeniyle kutluyor izlenimi veriyordu. Genel kanı, KKTC’nin Rumlar’a azınlık olmak isteyen bir cumhurbaşkanından kurtulduğu yönündeydi. Geçen gün de 25 yıl öncesinde asistanlığımı yapan bir arkadaşım aynı bağlamda bir mesaj atınca, bir şeyler yazmak ihtiyacı hissettim.
KKTC, Türkiye’de çok iyi tanındığı zannedilen, ama hakkında çok az şey bilinen bir yerdir. Türkiye toplumunun Kıbrıs Türkleri’ne ilgi duyması 1950’li yılların ortasında başlamış olmakla birlikte asıl ilgi 1963 Kanlı Noel’in duyulmasıyla ortaya çıkmıştır. O iki gün, eli silahlı Rum çeteleri Türk köyleri ve mahallelerini basmış, katliamlar yapmış ve Türk halkını terörize etmiş, önemli bir bölümünü evlerini terk etmeye mecbur ederek göçmen durumuna düşürmüştü.
Hürriyet Gazetesi’nin yayınları da, Türkiye’de bu ilginin oluşması ve geniş halk kitlelerine yayılmasında öncülük etmiştir.
Ben de 1964’te, daha dokuz yaşındayken Kıbrıs’ın 7-8 şehrinin ismini ezberden sayabilir, haritada yerini gösterebilirdim. Her hafta bana verilen 225 kuruşluk harçlıktan 25 kuruşu da, Milliyet Gazetesi’nin başlatmış olduğu Millet Yapar kampanyası için, ilkokulda bağış olarak verilirdi. Bu paralarla ABD’nin bize vermediği çıkarma gemileri yerli olarak imal edilecek ve Kıbrıslı Türklerin yardımına gidilebilecekti. Ç209 bordo numaralı çıkarma gemisinin 1974 Temmuz’unda Çıkarma Plajı’na kapak atmış haldeki fotoğrafı gazetelerde yayınlandığında, kampanya kapsamında yapıldığını bildiğimden, çok duygulanmıştım.
Kıbrıs Türk toplumunda Atatürk sevgisine paralel olarak, çok yüksek düzeyde bir bayrak sevgisi vardır. Laikliğe büyük önem verirler. Aidiyetlerini, İngiliz yönetiminde ağırlıklı olarak bayrak sevgisi ile ayakta tutabilmişlerdir. Bu bağlamda, dini bağlılıklarını da ön plana çıkararak aidiyetlerini koruyan Balkan Türkleri’nden bir miktar ayrışırlar. İlk defa II.Selim’in 1578’de Ada’yı fethinden sonra Karaman, Konya gibi vilayetlerden, zanaatkarlıklarına göre seçilerek Ada’ya yollanmış, Türkmen/yörüklerin torunlarıdırlar. O nedenle hala biraz dik başlıdırlar. Yaşamlarına karışılmasından pek hoşlanmazlar.
Çıkarma öncesine kadar, Kıbrıs Türk halkı, gerek İngiliz yönetimi, gerekse Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Türkiye’den oldukça kopuk yaşamış. Ulaşım/iletişim sıkıntılarının yanına, fakirlik ve politik engellemeler de gelince Türkiye’yi uzaktan tanımakla yetinmişler. Tabii bazıları da Atatürk Türkiye’sine göç etmiş. Ancak, Ada’da kalanlar da anavatan olarak bilinen Türkiye’ye büyük sevgi ve saygı beslemişler. Atatürk devrimlerini kimsenin zorlaması olmadan benimsemişler, zar zor bulunan ve yıllarca kullanılmaktan yıpranmış ders kitaplarıyla baskılar altında Türkçe müfredatı uygulamış, kendi öğretmenlerini yetiştirmişler. 1953 yılında Dumlupınar denizaltısı battığında, o fakirlik içerisinde, Türkiye’den habersiz para toplayıp, yeni denizaltı alınması için Türkiye’ye yollamışlar. Hatta giden kişi Ankara’da bir süre parayı teslim edecek bir muhatap aramış.
1950’li yılların sonlarında EOKA’nın Ada’yı Yunanistan’a bağlamak için sürdürdüğü mücadelenin sonunda Türkleri de hedef alacağını gören Kıbrıs Türkleri, Türk Mücahit Teşkilatı’nı (TMT) kurmuştur. Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türklerle pek ilgilenmediği günlerde, Kıbrıs’tan ayrılan bir ufak motorun içerisindeki üç gencin, 50 milden fazla yol katederek Anamur’a gelip, kendilerini Rumlar’a karşı savunmak için askerden silah istemesi olayı da unutulmamalıdır. Bir gece Anamur’da misafir edilen bu gençler Ankara’dan gelen izin sonucu teknelerine silah ve mühimmat yükleyip, gece karanlığında devriye gezen İngiliz gemilerinin arasından geçerek Kıbrıs’a dönmesi Türkiye’de yaşayanlar tarafından pek bilinmez. Bu seferlerin tekrarında denizde verilen şehitlerden de haberleri olmamıştır.
1960 Londra ve Zürih antlaşmaları imzalanıp Kıbrıs’a 1872’den sonra ilk defa Türk askeri çıkınca, muazzam bir sevinç oluşmuş. Önceleri, daha kalabalık olan Yunan kuvvetleriyle yan yana iki kışlada konaklayan Türk kuvvetleri, EOKA-B’nin Türklere karşı saldırıları başlayıp olaylar alevlenince, Türk nüfusun yerleşik olduğu Gönyeli kasabasına taşınmış. Bunun sonucunda halkın arasında daha sık görülen Türk askerleriyle Kıbrıslı Türkler arasında evlilikler başlamış. Adeta bir Türk subayla evlenmek prestij haline gelmiş.
Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Kıbrıslı Türkler Türkiye’ye üniversitelerde okumaya da gelmişler. Kıbrıslı Türklerin Çanakkalesi olarak adlandırabileceğimiz 1964 Erenköy direnişine o bölgedeki Türk halkıyla birlikte destek veren yüzlerce Türk öğrenci, ağırlıklı olarak Türkiye’de eğitim gören bu gençlerden oluşuyordu.
1974 Barış Harekatı’na dağlarda ve köy ve kasabaların mahalle ve sokaklarında, Türk askeri gelene kadar direnen, Ada’ya inen ve denizden çıkan birliklere öncülük yapan mücahitleri ve onlara destek veren tüm halk katmanlarıyla Kıbrıs Türk halkının bu özelliklerini Türkiye’de yaşayanlar hiç bir zaman unutmamalıdırlar.
O günlerden bugüne kadar geçen yarım asırda, gerek Türkiye’de, gerekse Kıbrıs’ta önemli değişimler oldu. Buna parallel olarak, Kıbrıs Türk Toplumu’nun Türkiye ile olan ilişkisi de 1974’ten sonra yavaş yavaş değişmeye başladı. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bir tanesi, Kıbrıs Türk Toplumu’nun Türkiye’ye uzaktan duyduğu hayranlığın, gerçeklerle yüzleşmeye başlayınca kısmi hayal kırıklığına dönüşmesidir.
Savaş geçirmiş ve nihai statüsü belirlenmemiş bu topraklarda askerin yönetime müdahalesi doğal olarak fazla olmuştur. Özellikle 1980 darbesi döneminin Ada’ya olumsuz yansımaları unutulmamalıdır. Adaya gelen kolordu mensuplarının aile bireyleri başta olmak üzere alışverişe gelenlerin, çarşı pazarda pazarlık yaparken, sizi biz kurtardık anlamında kullandıkları sözler çok kırıcı bulunmuştur. Yine aynı dönemlerde Türkiye’den adaya göçmen olarak gönderilen nüfusta yapılan dikkatsizlikler işin tadını iyice kaçırmıştır.
Sosyolojik olarak iyice incelenmeden yapılan bu nüfus aktarımı ile Anadolu’nun bazı kötü alışkanlıkları da gelmiştir. Mesela aralarında kan davası olan iki köyün nüfusunun aktarılması sonucu kan davasının Kıbrıs’a taşındığı anlatılır. Eskiden kapılarını kilitlemeyen toplumun, hırsızlık ve ırza geçme olaylarına maruz kalması TC vatandaşlarına yönelik ciddi antipati yaratmıştır. Yüz yılı aşan bir süre Anadolu’dan ayrı kalmış bir topluma, birden farklı kültürel alışkanlıkları olan bir gurubun gelmesinin rahatsızlıkları halen kısmen de olsa devam etmektedir. Bu kişiler o nedenle Kıbrıslı Türkler tarafından kısmen ayrımcılığa uğrayabilmektedirler. Ayrıca Türkiye’den çalışmak üzere gelen on binlerce TC vatandaşı da, aynı Anadolu’dan İstanbul, Ankara; İzmir gibi büyük kentlere Anadolu’dan gelen göçmenlere benzer bir durumdadır.
Benim gençliğimde İstanbul’a gelenler, İstanbulluları örnek alır ve bir iki nesil içinde onların kültürünü benimseyerek İstanbullu olurlardı. Ancak, daha sonra gelenler yoğun göç nedeniyle bu uyum gösterme motivasyonlarını kaybetmiş ve kendi yaşadığı bölgenin kültürünü İstanbul’a taşımaya başlamış, eski İstanbulluların yaşadığı kültürel ortamdan uzaklaşmışlardır. Kemal Sunal ve Şener Şen’in filmlerinde uyum sağlama çabası ön plana çıkarken, Şahan Gökbakan’ın Recep İvedik filmlerinde ise İstanbul’u kendine uydurma çabası çok güzel anlatılır.
Kıbrıs’ta da Anadolu’dan gelen büyük ve hızlı göç de aynı sonucu doğurmuştur. Kıbrıs’a yerleşen Türkiye göçmenleri Ada’nın kültürüne, sosyolojik yapısına ayak uydurmaya çalışmamakta, istese de ortam bulamamaktadır. Artık KKTC’de yaşayan Türkiye kökenli KKTC vatandaşları ve Türkiye’den çalışmak için gelen TC vatandaşlarının nüfusu, ataları Kıbrıs’ta doğmuş olan nüfustan fazladır. Bu durumu, en az son üç neslinin İstanbullu olduğu benim gibi kişilerin, artık İstanbul nüfusunun %5’ini oluşturmasına benzetmek mümkün. Ancak Türkiye Kıbrıs’taki bu sosyolojik sorunu önemsemediğinden, Ada’da tepki yaratmaktadır.
Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler’e gerekli refahı sağlayamaması, balık tutmak yerine sürekli balık vermesi, üstüne üstlük son zamanlarda bazı siyasilerin Kıbrıs Türklerine hitaben ‘besleme toplum’ kavramını kullanması çok incitici olmuştur.
Tabii, uluslararası ilişkilerde ilerleme kaydedilememesi de, hem Türkiye’nin, hem de Kıbrıs Türk Toplumu’nun elini zorlaştırmıştır. Kıbrıs Türkleri’ne uygulanan izolasyon, yaşamı iyice güçleştirmiştir. Yurtdışına seyahat etmek için, ya tüm Kıbrıs’ı temsil ettiği uluslararası camiada kabul gören Güney’in pasaportuna, ya da TC pasaportuna ihtiyaç vardır. Üretilen hiçbir ürünün yurtdışına satılamaması, sanayide ekonomik büyüklüğe ulaşılmasını engellemektedir. Liman ve havalimanından Türkiye dışında hiç bir ülkeye direk bağlantı kurulamamaktadır. Bu, turizm olanaklarını ciddi şekilde kısıtlamaktadır. Spor ambargosu vardır. Öyle ki, Fenerbahçe-Galatasaray gidip Lefkoşa Atatürk stadında maç yapamamaktadır.
Ayrıca mülkiyet sorunu da vardır. Güneyden kuzeye göç eden Türkler ve Türkiye’den gelenler, tapusu Rumlara ait olan emlak üzerinde oturmaktadır. Bu gayrimenkullerin statüsü 46 yılda çözümlenememiştir. Bu da ekonominin gelişmesini engellemektedir. Ülkede üç çeşit tapu vardır: Rum malı, Türk malı, Rum malı olup Güney’deki malı karşılığı tahsis edilen ‘eşdeğer’ tapu. O nedenle yan yana iki evin/arsanın fiyatı değişebilmektedir.
Devamı yarın…
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.