“Vecihi Hürkuş’un önü kesilmiş, sabote edilmiştir”

"Vecihi-Kara Tehlike" yazarı Orhan Bahtiyar. Fotoğraf: Haber Aero

Büyük tayyareci Vecihi Hürkuş’un ilk edebi eseri “Vecihi-Kara Tehlike” yazar Orhan Bahtiyar tarafından kaleme alındı. Fransızlar Atlantik’i uçakla geçme teklifini Vecihi Hürkuş’a yaptıktan sonra neden geri çekiyorlar?  Ülkenin önemli tayyarecilerinden Fazıl Bey, 5 ingiliz uçağı arasından nasıl sağ çıkıyor? Vecihi Hürkuş’un önü nasıl kesiliyor? Orhan Bahtiyar romanında dikkat çektiği detayları Haber Aero’ya anlattı.

Türk havacılık tarihinin en önemli isimlerinden Vecihi Hürkuş, uçak düşüren ilk Türk tayyarecidir. Daha sonra Ruslara esir düşen Vecihi Bey, Hazar Denizi’nin Azerbaycan kısmında bulunan Nargin Adası’ndan yüzerek İran üzerinden kaçmayı başarmış ve yurda dönerek 1918 yılı yaz başında Yeşilköy’de konuşlanmış bulunan 7. Harp Tayyare Bölüğü’nde görev aldı.

Almanya’da 4 yıllık fakülteyi iki yılda bitiren Vecihi Bey’e “Mümkün değil sen okul okumamışsın” demeleri sebebiyle diplomasını mahkeme kararıyla almak zorunda kalıyor.

I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki olayları baz alan “Vecihi-Kara Tehlike” isimli romanın yazarı Orhan Bahtiyar’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Vecihi Hürkuş’la İlgili Yazılan İlk Edebi Eser”

Bu kitap, romanım Vecihi Bey’le ilgili yazılan ilk edebi eser olma özelliğini taşıyor. Daha önce yayınlanan anıları var zaten. Bizim ülkemizde tarih okunmadığı için ben ve benim gibi tarihe meraklı yazarlar tarihi daha okunur hale getirebilmek için tarihi romanlar yazıyoruz. Roman daha rahat okunabilen bir disiplin. Neden Vecihi Hürkuş? Ben Vecihi Bey’i ilk sevgili hocam, ağabeyim Sunay Akın’dan dinledim. Hatta kitaplarından okudum. Bir gün onun yaptığı programa Vecihi Hürkuş’un kızı Gönül Hürkuş Şarman katılmıştı. Allah rahmet eylesin. Müthiş bir kadındı. Onunla tanıştıktan sonra program çekimi bitti, arabada dönüyoruz. “Ağabey benim Vecihi Hürkuş’u yazmam lazım” dedim. O da bana “Durduğun kabahat” dedi. Onun üzerine harekete geçtim. Araştırmalar başladı. Eski havacılık ansiklopedileri buldum. Eski kaynak buldum. Gönül Hanım’ın evine gittim ziyaret ettim. Derneğe gittim. Dernekte sevgili Bahadır Gürer’le tanıştık. Onun da çok desteği oldu sağ olsun. Ve ortaya Vecihi Bey’in kitabı çıktı.

“Pilotluğun Kıyısından Döndüm”

Bunda benim havacılık sevgimin de çok büyük katkısı var. Ben tabiri caizse pilotluğun köşesinden dönmüş bir adamım. Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Okulu ilk açıldığı sene puanım tutuyordu. Ben çok kayıt olmak istiyordum, ancak annem karşı çıkıyordu. Bindik arabaya gidiyoruz Eskişehir’e. Tam Bursa’ya geldiğimizde annem bir “U” dönüşü yaptı ve “Ben oğlumu 5 sene Eskişehir’e gönderemem” dedi. Bizim yol Eskişehir tarafından Edremit tarafına döndü ve biz yazlığa gittik. Annem 5 yıl evden ayrı kalmama takmıştı. Annem havacılığı sever, ama böyle karar verdi. İçimde bir ukde olarak kaldı. Havacı olamadım, ama ikinci hayalim de yazar olmaktı. Yazar oldum. İki hayalimi de bu şekilde gerçekleştirdim.

Kitaplarım hep tarihi kurgular üzerine. Son zamanlarda biyografiye kaydım. Mesela bundan bir önceki kitabım Fausto Zonaro, Abdülhamit’in saray ressamı. Fausto Zonaro’nun İstanbul’daki 20 yılını anlatan Ateş Kırmızısı isimli kitabım. Bundan sonraki çıkacak bir kitabım var Muhsin Ertuğrul’u anlatıyor. 2017’de çok sevdiğim Yılmaz Vural Hoca’nın kitabını yazdım. Roman tarzında, müthiş eğlenceli. 6 ayı beraber geçirdik. Biyografiye yönelmiş gibi görünsem de bundan sonra biraz daha farklı taraflara kayacağım gibi görünüyor.

“En Çok Uçuş Saati Vecihi Hürkuş’un “

Vecihi Bey’in kendi günlükleri olduğu için ben kitabı yan hikayeler ve yan karakterlerle zenginleştirdim. Baktığınız zaman bu kitap, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar olan bölümü içeriyor. Sivil havacılığa hiç girmedim. Onu başka bir arkadaşım yapsın. Bu kitabı yazmak benim için vatani görevdi. Ben vatani görevimi yaptım, terhis oldum. Bundan sonrası başka arkadaşların elinde. Ben birinci, ikinci, üçüncü romana karşıyım. Bundan etkilenip devamı gelmeli derlerse çok mutlu olurum. Vecihi Bey sırf bizim değil dünyanın da tanıdığı bir karakter. Şu an en çok uçuş saati onda ve rekoru hala kırılamadı.

“Vecihi Hürkuş İlk Uçağını 1930’da Yapıyor”

Bu ülke 1923-1950 yılları arasında yanlış hatırlamıyorsam 374 tane tayyare üretti. Her vidası yerli yapım olan. Üretiyor ve ihraç ediyor. Bugün Kopenhag Sanayi Müzesi’nde 1950-1960 yılları arasında Kuzey Kutbundan Kopenhag’a hasta taşıyan bir ambulans uçak orada duruyor. Adı da Türkler. Nuri Demirağ’ın yaptığı uçaklardan bir tanesi. Yani bir şeye yerli ve milli diyeceksek Cumhuriyet dönemine iyi bakmamız lazım. Çünkü yerli ve milli kavramı orada hayat buluyor aslında. Bir ülke düşünün Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, dünya ülkelerini dize getirmiş, kağnı arabasında cephane taşımış. 10 sene sonra yani 1930’da ise Vecihi Bey ilk uçağı yapmış.

“Fransızlar Atlantik’i Geçme Teklifini ilk Vecihi Bey’e Yapmışlar”

Kadıköy’de Keresteciler Çarşısı’nda bir apartman dairesi kiralıyor. Ev sahibinin ne yapacağından haberi yok. Olsa kiraya vermez zaten. Kadıköy esnafı çok yardım ediyor. O yüzden Vecihi Bey’in yaptığı uçaklara Kadıköy işi derler. Sonra Vecihi Bey uçağı parça parça yapıyor. Bitince bakıyor ki benim bunu bir şekilde dışarı çıkarmam lazım. Arkadaşlarına para veriyor, o gece ev sahibini yemeğe götürüyorlar. O gece Vecihi Bey duvarı indiriyor aşağıya, uçağı kamyona yüklüyor, aynı gece tekrardan o duvarı örüp, boyayıp eski haline getiriyor. Öyle çılgın bir adamdan bahsediyoruz. 1925 yılında Fransızlar Atlantik’i geçme teklifini Vecihi Bey’e yapıyorlar. Gel sen kullan bizim uçağımızı diyorlar. O da kabul ediyor sonra Fransız pilotlar taş koyuyor bu işe. “Biz varken neden bir Türk oluyor?” Diyorlar, ama beceremiyorlar. 1932’de Charles Lindberg geçiyor. O görevi Vecihi Bey’e verselerdi adını bu şekilde tarihe yazdıracaktı.

Bizim de en büyük sıkıntımız milli hafızamızı canlı tutamıyor olmamız. Biz kendi hafızamızı kendimiz gömüyoruz. Müzelerden geçiyor burada her şey. Ben de bir müze müdürü olarak buna da değineyim. Yeterli derecede müzemiz yok. Bunları genç nesillere, çocuklara aktarsak iş çok daha farklı bir yana gider. Vecihi Bey’le ilgili çok malzeme var. Hatta kitaba yazamadıklarım da var. Çünkü kitap bayağı kalınlaşacaktı. Türkiye’de 400 sayfanın üzerinde bir kitap okunmuyor diye bir istatistik var. Göz korkutuyor. O yüzden özet geçtiğim yerlerde oldu.

“Çocuk Kitabımı THY Çocuklara Dağıttı”

2013’te bir çocuk kitabı yazdım ama çok korkarak yazdım. Bana deseniz ki; “50 sayfalık çocuk kitabı mı? Yoksa 500 sayfalık roman mı yazarsın?” Roman yazmayı tercih ederim. Çünkü çocuk kitabında kuracağınız cümlenin ve o cümlede kullanacağınız kelimelerin çocuğun hayal dünyasında, ruhunda neye isabet edeceğini, onu nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyor ya da öngörebiliyor olmanız lazım. Bende ikisi de olmadığı için ben o kitabı yazdıktan sonra iki psikolog bir de pedagogdan geçirdikten sonra ancak yayın evine vermeye cesaret edebildim. Bu hassasiyet pek çok yayın evinde veya pek çok yazanda yok. Ortalık öyle çocuk kitaplarıyla kaynıyor ki aklınız hayaliniz durur. O yüzden ben çocuk kitabını yazdım, güzel de kitap oldu. Zamanında Türk Hava Yolları da o kitabı aldı ve sağ olsunlar 150 bin tane bastılar, uçaklarda çocuklara dağıttılar.

Foto: Haber Aero

“Tamamen Hayal Ederek Yazdım”

Sunay Akın ağabeyimin çok güzel lafı vardır. “Kız Kulesi’ne bakarak herkes şiir yazar. Önemli olan evde otururken Kız Kulesi şiiri yazmaktır” Ben tamamen hayal ederek yazdım. Çünkü Azerbaycan’ın Hazar Denizi’nin ortasındaki Nargin Adası’na gitmek veya Kırşehir’e gitmek hem maddi hem manevi olarak çok zor. Hayallerimi hiç bozmadan yazdım. Sonuçta internet diye bir şey var. Gerçi çok kirli bilgi var, ama en azından görsel olarak mesela Kars Evleri. Vecihi Bey Kars’ta görev yapıyor. Rusların Kars’ta bıraktığı bir sürü yapılar var. Onların mimarisini Kars’ta hissedebiliyorsunuz. Onu yansıtabilmek mesele. Ben de bunu yapabildiğimi düşünüyorum açıkçası. Vecihi Bey şubat ayında Azeri bir balıkçının yardımıyla bir dala tutunarak altı saat Hazar Denizi’nde suda kalıyor. İran’da karaya çıkıyor. Oradan iki buçuk ay yürüyüp Süleymaniye’den tekrar yurda giriyor. Bir de oradan İstanbul’a gelip Payitaht Savunması’na katılıyor.

“Fazıl Bey En Önemli Tayyarecilerindendi”

Yüzbaşı Büyük Fazıl var. Vecihi Bey’in yakın arkadaşı. Aynı zamanda müthiş bir pilot. İstanbul Payitaht Müdafası esnasında “5 tane İngiliz tayyaresi geliyor” diye haber geliyor. Bizden de 5 tayyare havalanıyor. Fazıl Bey, Vecihi Bey, 2 Alman 1 Avusturyalı pilot. Almanlar havalanır havalanmaz kaçıyorlar. Avusturyalı bin bir bahaneyle uçağı yere indiriyor. Vecihi Bey’in benzini bitiyor. İnmek zorunda kalıyor. Fazıl Bey, 5 İngiliz tayyaresine karşı tek başına kalıyor. Hemen kafasında bir plan kuruyor; “Ben bunların arasına son sürat dalarım. Bunlar da bana ateş ederken birbirlerini vururlar. O esnada ben de ne yaparsam yaparım.” Planı kısmen de olsa başarılı oluyor. Dalıyor aralarına İngilizler ateşe başlıyor. Birbirlerini de vuruyorlar, Fazıl Bey’i de vuruyorlar ama. Fazıl Bey ağır yaralanıyor, iniş yapıyor ve hastaneye kaldırılıyor. Gözlerini açtığında başında 5 tane Kanadalı pilot olduğunu görüyor. Pilotların hepsi Bristol Uçuş Akademisi’nden sınıf arkadaşları. Havada karşılaştığı pilotlar hepsi sınıf arkadaşları. Kanadalı Pilotlar; “Bunu yapsa yapsa Fazıl yapar” deyip hastaneye geliyorlar ve orada müthiş bir kucaklaşma sahnesi var. Savaşın kötü yanları var, ama bu tarz kavuşma anları da çok özel anlar. Bunları da anlatmak lazım. Ben onu yapmaya çalışıyorum.

Çok enteresan karakterler var mesela Deli Aziz karakteri var. Vecihi Bey’le hiç karşılaşmadılar. Deli Azizi benim arkadaşımın dedesi. İsmet İnönü’yle Lozan’a gitmiş, orada İsmet İnönü’nün şifreleme subayı. Deli denmesinin iki sebebi var. Birincisi vahşi hayvan beslemeye çok meraklı. Bende fotoğrafı var, kucağında ayı yavrusu var. Evinde besliyormuş. Trakya’da görev yaparken bahçesinde geyik besliyormuş. İkincisi ise İstanbul Selimiye’de Albay rütbesiyle görev yaparken paşaya çok sinirleniyor. Odaya dalıyor; “Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz Paşam” diyor. Ama odaya girerken atından inmeyi unutuyor.

“Hem Pilot, Hem Makinist; Tayyareci”

Ben bu kitabımda bir portre çizmedim. Vecihi Bey’le ilgili olanı anlattım. Vatan sevgisiyle yanıp tutuşan, gökyüzüne sevdalı, bir mucit aslında Vecihi Bey. Pilot değil. Pilot denmez, tayyareci aslında. Hem pilot hem makinist. İlk uçak mühendislerimizden. 4 yıllık fakülte için Almanya’ya gönderiyorlar. 2 yılda bitirip geliyor. “Mümkün değil sen okul okumamışsın” diyorlar. Diplomasını mahkeme kararıyla almak zorunda kalıyor.

Vecihi Bey Kurtuluş Savaşı’nda, Yunan ordusuna ilk hava saldırısını, ilk görev uçuşunu yapan kişi. O ilk hava saldırısında ne düşünmüştür acaba? Onu biraz tanıdıysam, dinlediysem, dinleyerek ve okuyarak tanıdığım adamı zihnimde ve ruhumda canlandırıp o Yunan piyadesine mermi sıktığı andaki duygularını da anlatmaya çalıştım. Yukarıdan Yunan askeri dolu bir trene ateş ediyorsunuz, içeride belki Yunan askeri kızının fotoğrafına bakıyor o sırada. Veya karısının fotoğrafını öpüyor. Veya bir kitap okuyor. Bilemiyorsunuz ki! Savaş çok tuhaf bir durum. Sadece silahların değil psikolojilerin de çatıştığı, bazen yan yana geldiği. Bazen ruhların ayrıştığı bazen birleştiği çok özel bir durum. Savaşı tek taraflı ele alamazsınız. Çünkü savaşın iki tarafı bazen üç tarafı var. Her tarafıyla anlatmanız lazım. Geniş açıdan bakmanız lazım. Açınız dar olursa hiçbir şey anlatamazsınız.

“Kurtuluş Savaşı’nda 2 Tayyaremiz Vardı”

Kurtuluş Savaşı başlarında bizim sadece 2 tayyaremiz var. Biri İzmir diğeri İsmet tayyareleri. İsmet tayyaresi de İtalyanlardan ele geçirdiğimiz bir tayyare. Yunan ordusunda 50 tayyare var. 50’ye 2 uçuyoruz ilk başlarda. Ve buna rağmen o 2 tayyare Yunan uçaklarına bizim tarafa sokup keşif yaptırmıyor. Başta Vecihi Bey ve Fazıl Bey olmak üzere engelliyorlar. Hatta bir hikaye var. Vecihi Bey Brege tipi bir keşif tayyaresiyle keşifteyken Yunanların “Hava ası” ile karşılaşıyor. “Hava ası” en iyi pilot demek. Akrobaside de, nişancılıkta da en iyisi. Ve altında av tayyaresi var. Sıfır bir De Havilland av tayyaresi. Bizde de külüstür var. Uçması bile zor. Havada bunlar 2 saat it dalaşı yapıyorlar. Aşağıda piyade topu tüfeği bırakıp bunlara bakıyor. Ne yapıyor bunlar, diye. Vecihi Bey’in tüfekleri tutukluk yapıyor. Tek mermi atamıyor. Ve o 2 saat sonunda Yunan pilotun mermileri bitiyor. Bin 200’ün üzerinde mermi harcıyor. Tayyaredeki ön konsolu yumruklaya yumruklaya gittiğini görüyor Vecihi Bey. Yere indiğinde uçakta bir tane mermi deliği yok. Ama oradaki tek kayıp Vecihi Bey’in 2 saatte 4,5 kilo vermesi oluyor. Çünkü o tayyareye havada o hareketleri yaptırmak o levyeyle o kumandayla hiç kolay bir iş değil.

“En Trajikomik Ön Kesilme”

Vecihi Bey’in hayatında en trajikomik kısmı önünün kesilmesi, resmen sabote edilmesidir. 1960’larda Hürkuş Havayolları’nı kuruyor, devlet eliyle batırılıyor. Nuri Demirağ da öyle olmadı mı? Selahattin Alan pilotaj hatası sonucu rahmetli oluyor. İniş takımları çuvallara takılıyor ve ters dönüyor. Bütün siparişler iptal ediliyor. Nuri Demirağ da devlet eliyle batırılıyor. O insanlar her zaman vardı. Her zaman da olacaklar. Biz onlara rağmen bir şeyleri elimizde avuçlarımızda yükseltmemiz gerekiyor.

Atatürk çocuklara çok önem verirdi. Vecihi Bey’de aynı önemi veriyordu. Vecihi Bey’in ilk kurduğu uçak fabrikasının orada Fenerbahçe Kalamış’ta 4 tane tayyare yan yana dizili, önünde bir bariyer ve insanlar uçakları izliyor. İç tarafta tahterevallide oturan bir çocuk var. O tahterevalliyi oraya Vecihi Bey koymuş. Çünkü oraya çocukların girmesi serbest. Çünkü çocuklar uçakları görsün, havacılığa merak sarsınlar. Çünkü Vecihi Bey ne kadar çocuğu kendi tarafına çekebilirse bu ülke havacılıkta o kadar ileri olacak.

“Kapıyı Ver Kapıyla Uçsun”

Bir hanımefendiyle tanıştım. TRT’nin haber spikerlerinden. Kore gazisi Karabelen Paşa’nın kızı. O bana kendi öyküsünü anlattı. Bu 4,5 yaşındayken ağabeyiyle Kurbağalı Dere’nin kenarında top oynuyorlar. Topa bir vuruyor, top gidiyor Vecihi Bey’in tayyare fabrikasının damına. Bunlar gidiyor, “Vecihi amca topumuz buraya kaçtı” diyorlar. Vecihi Bey; “Ne yapabilirim kaçtıysa?” Diye cevap veriyor. Çocuklar, “Vecihi amca topumuzu alır mısın” diyorlar. Vecihi Bey,” Yok alamam ama topunuzu size gösterebilirim” diyor. O küçük kızı teyzesiyle beraber alıyor ve tayyarenin ön tarafına oturtuyor. Deniz tayyaresiyle havalanıyorlar, önce bir Bursa’ya gidiyorlar. Bursa üzerinden Yalova falan bir tur atıp geliyorlar ve “Bak topun orada gördün mü?” diyor çocuklara. Kız çocuğu,” Evet gördüm” diyor ve ondan sonra iniş yapıyorlar.

Vecihi Bey uçmak için fırsat yaratıyor kendine. Bir gün düğüne davetli. Düğünün saatini ve yerini unutuyor. Kır düğünü olduğunu ve tam olarak nerede olduğunu üç aşağı beş yukarı biliyor. İniyor aşağı, biniyor tayyaresine Erenköy’de havadan kır düğünü arıyor. Düğünün yerini tespit ettikten sonra iniş yapıyor. Daha sonra yürüyerek düğüne gidiyor. Her fırsatta uçuyor. Ona, “Kapıyı ver, kapıyla uçsun” derlermiş. Öyle bir aerodinamik hesaplaması var.

Kurtuluş Savaşı’nda, o zamanlar tayyarelerin kanatları bez ve o bezin üzerine emayit diye bir malzeme sürüyor. Emayit o bezi taşlaştırır ki havada havayı tutabilsin. O dönemde bizde emayit yok. Emayit yapacak ham madde de yok. Çözümü Vecihi Bey buluyor. Vecihi Bey işkembe-kele paça çorbası yapıyor ve o çorbanın jelatinini alıp kanatlara sürüyor. Ve mükemmel iş görüyor ama bir şart var yağmur yağmayacak. Yağarsa çözülüyor ve uçak düşüyor.

Exit mobile version