Sicilya’nın arka bahçesi Malta

İstilalarla, direnişlerle dolu 7 bin yıllık bir tarih… Kireç taşlarıyla inşa edilmiş Akdeniz tipi taş evler…güneş girmeyen daracık tarihi sokaklar…insana huzur veren şirin balıkçı köyleri… Akdeniz’in en güzel adası Malta’dan bahsediyoruz. Haber Aero sizlere Malta’nın en önemli 5 noktasında yolculuğu çıkarıyor.

Malta, İtalya’nın Sicilya adasının hemen güney kısmında 500 bin nüfuslu toplam 4 adadan oluşan küçük bir ülke. 18. yy’da İngiliz Sömürgesi haline gelmiş ve o tarihten bugüne İngiltere’nin etkisini üzerinde taşımış. Yerli halk İtalyanca’nın bir dialetiktiği olan Maltaca konuşuyor. Ancak 1934 ‘den bugüne ülkede 2. resmi dil olarak İngilizce kullanılıyor.

Bugün, televizyonlardan gazete ve dergilere, halkın günlük yaşamına kadar hemen her yerde İngilizce kullanılıyor. Bu nedenle Malta, en önemli gelir kaynağı olan balıkçılık ve turizme ek olarak son 10 yıldır İngilizce kurslarından da önemli gelir elde ediyor. Dil eğitimi o kadar popüler olmuşki, bugün bir çok Amerikan ve İngiliz dil okulunun şubesini Malta’da görmek mümkün. Binlerce aile geçimini dil öğrenmeye gelen öğrenciler sayesinde temin ediyor. Ailelerin öğrencileri evlerinde ağırlayıp, karşılığında para alabilmeleri için Milli Eğitim Bakanlığı’na 150 dolar ödeyerek lisans almaları gerekiyor. Bakanlık yetkilileri kendilerine başvuruda bulunan ailelerin evlerine gidip, öğrenci için uygun olup olmadığını inceliyor. Uygun görülürse lisans veriliyor ve bu lisanslar her yıl yenileniyor.

Aslında İngiliz-İtalyan Malta’larının rekabeti bu küçük adanın tarihine de damgasını vurmuş. Adanın ilk sakinleri Sicilya’dan gelmiş… Ada, Fenikeliler’den ve Kartacalılar’dan sonra Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiş. Bir ara Araplar’ın eline düşen yerel halkı, yine Sicilya’dan gelen Normanlar kurtarmış. Kısacası Malta, uzun bir süre Sicilyalılar’ın arka bahçesi olmuş. Adanın bugünkü kültürüne İngilizler ve İtalyanlar damga vurmakla birlikte, Malta, tarih sayfalarında aynı adı taşıyan şövalyeleriyle özdeşleşmiş durumda. 1530-1789 yılları arasında, yani tam 268 yıl boyunca bu adaya, içinde Avrupa’nın en soylu ailelerini barındıran Saint-Jean Şövalyeleri hükmetmiş.

Bağımsız Malta’nın öyküsü ise 1964 yılında başlıyor. Ancak, yabancı işgalini simgeleyen son İngiliz valisinin adayı terk ettiği tarih 1979… Bunu, başkent La Valetta’nın tam karşısında yer alan “Üç Şehirler”den Vittoriosa’da diktikleri bir heykelle ölümsüzleştirmişler. Ancak, İngiliz atmosferi varlığını hâlâ sürdürüyor.

Sessiz şehir Mdina

 Malta turumuza ülkenin en turistik mekanı Mdina şehriyle başlıyoruz Ülkenin eski başkenti olan ve adından da anlaşılacağı üzere Arap izleri taşıyan Mdina, Ortaçağ’ dan kalma karakteristik özelliklerini hala koruyor. Etrafı surlarla çevrili şehre, Barok tarzda yapılmış bir kapıdan giriliyor. Tarihi özelliği ile büyüleyici bir güzelliğe sahip Mdina, Ortaçağ’da aslında hiç sevilmeyen bir yermiş. Çünkü Mdina zindanlarıyla ünlüymüş. Surlar içindeki eski kent, tam anlamıyla bir sanat tarihi elkitabı niteliğinde… Norman mimarisi binalarıyla, binbeşyüzlü yıllarının İspanyol ve Portekiz evleri, neoklasik villalarla barok kiliseler iç içe, daracık sokaklar boyunca uzanıyor. Bütün bu yapılarda kireç taşı kullanılmış. Malta’da irili ufaklı 60’a yakın şehir var, Mdina bu şehirlerin en küçüğü.

Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ şehri olarak kabul edilen Mdina’da çok sayıda tarihi saray var. Buradaki saraylarda halen Malta’nın köklü aileleri yaşıyor. Şehrin içine burada oturanların dışında kimse taşıtla giremiyor, sokaklarda mağazalar yok ve nüfusun saraylarda yaşayanlar ile sınırlı olması nedeni ile pek insan görmek mümkün değil. Bu özelliklerinden dolayı Mdina’ya ‘Sessiz Şehir’ deniyor.

Mdina’da üç kişinin yan yana zor yürüyebildiği dar sokakları adımlarken, bir anda karşınıza at arabaları çıkıveriyor ve kendinizi sanki Ortaçağdaymış gibi hissediyorsunuz. Dar sokakların sonunda sizi görkemli bir meydan ve Malta’nın en eski kilisesi Mdina Katedrali karşılıyor. Meydandaki saraylar hakkında bilgi aldıktan sonra caddeden devam ederek surlara geliyoruz. Surlardan Malta Adası sanki ayaklarımızın altına seriliyor…

Mosta Kilisesi

 Mdina’dan ayrıldıktan sonra 19.yüzyılda Roma’daki Pantheon’dan esinlenerek yapılan Mosta Kilisesi’ne gidiyoruz. Kubbe genişliği 41 metre olan Mosta, dünyadaki dördüncü büyük kilise ünvanına sahip ayrıca Maltalılar için de çok kutsal. Nedenine gelince, bu görkemli kiliseye II. Dünya Savaşı sırasında Alman savaş uçaklarınca bir bomba atmış. Kubbeyi delerek içeri giren bomba patlamamış ve o anda içeride bulunan yaklaşık üçyüz kişinin hayatı kurtulmuş. Bu yüzden Mosta’nın kutsanmış olduğuna inanılıyor ve patlamayan bomba halen kilisenin içinde sergileniyor.

Barok tarzda St John Katedrali

Adada şovalyeler dönemini en iyi yansıtan yapı, başkent La Valletta’daki St.John Katedrali… Dışarıdan bakıldığında, sıradan bir manastır görüntüsüne sahip katedralin barok iç mimarisi olağanüstü bir güzellikte… Mimari bir şaheser olan ketadral için Sir Walter Scott, ‘Hayatımda bu kadar şaşırtıcı bir kilise görmedim’ demiş. Duvarlardaki azizlerin hikayesini anlatan barok tarzı resimler, zemindeki işlemeler bizleri adeta büyülüyor. Kilisenin tabanında Malta Şövalyeleri’nin büyük üstatlarının mermer mezarları bulunuyor. Rehberimizin anlattığına göre inşaatı 5 yılda tamamlanan katedralin iç süslemeleri de 5 yılda yapılmış. Ünlü İtalyan ressam Caravaggio’nın en önemli eseri de bu katedralde bulunuyor.  Katedraldeki altınlar ve zenginlik, şovalyelerin bir zamanlar ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne seriyor. Bu zenginliğin temelinde Avrupalı soylu ailelerin serveti kadar, bir dönem Akdeniz’de yaptıkları korsanlığın payı da olduğunu hatırlatalım.

Malta, bugün kilometrekareye düşen 1.165 kişi ile yeryüzünün nüfusü en yoğun ülkesi.. Yılda 1.5 milyon turistin ziyaret ettiği ülkede, gayri safi milli hasılasının yüzde 30’u turizmden geliyor. Turistlerin büyük çoğunluğunu İngilizler, Almanlar, İtalyanlar, Avustralyalılar ve Amerikalılar oluşturuyor.

Başkent Valetta

Malta’nın başkenti Valetta, Türk kuşatmasında, Malta Şovalyeleri’nin yetersizlikleri de göz önünde bulundurularak daha çok savunma amaçlı planlanmış. Şehir 1565 yılındaki Büyük Osmanlı Kuşatması sonrasında 1566-1577 yılları arasında inşa edilmiş ve orjinaline uygun restorasyonlar ile günümüze kadar tarihi dokusunu koruyarak gelebilmiş. Valetta gezimize Büyük Liman’ ın nefis bir manzarasını izleyebileceğiniz Barakka Bahçeleri’ nden başlıyoruz. Malta bağımsızlığını kazandıktan sonra halkın kullanımına ve turist ziyaretine açılan bahçelerden Osmanlı Kuşatması’nın geçtiği Vittoriosa şehri ve St.Angelo Kalesi tam karşımızda duruyor.

Valetta’nın merkezine büyük araçlar alınmıyor. Şehrin kapısının tam önünde, neredeyse Malta’nın en önemli simgesi haline gelmiş olan “Malta Otobüsleri”nin ana durağı var. Emeklilik yaşları çoktan geçmiş olan, sarı-turuncu renklerdeki bu sevimli otobüslerle adanın her bir ucuna kolayca ulaşılabiliyor

Republic Street

Valletta’ nın ana caddesi olan Republic Street’ ten geçerek Şövalyeler Sarayı’ na  geliyoruz. Saray Malta Şövalyelerine ait birçok önemli tarihi eseri barındırıyor ve günümüzde Parlemento Binası olarak kullanılıyor. Sarayın her köşesinde şovalyelerin şaşalı hayatına ait izler var. Duvarlar Osmanlı Kuşatması’nı da hatırlatan görkemli resimlerle süslenmiş.

Adanın kuzey doğusunda yer alan St.Giljan ise (Sen Jülyen) Malta’nın modern yüzünü yansıtıyor. Bütün barların, restoranların toplandığı şehir gece hayatının da merkezi. Malta’nın görülmeye değer cazibe noktalarından biri de balıkçı kasabaları.

 

Exit mobile version