Türkiye 1974’ten beri Ada’da, yönetimde Türkler ve Rumlar’ın eşit haklara sahip olacağı federal bir cumhuriyetin kurulmasını desteklemiştir. Bu bazen kerhen, bazense içten olmuştur. Ancak 2004 yılında Türkiye AB ile üyelik müzakerelerine başlamak heyecanıyla, Kıbrıs Türk Toplumu için çok ağır şartlar içeren, eşit haklara sahip olmayan iki toplumu kabul eden Annan Planı’nın onnaylanması için Kıbrıs Türkleri’ne ağır baskı yapmıştır. Bu dönemde Plan’a karşı olan Sn. Rauf Denktaş da Ankara tarafından ekarte edilmiştir.
Bu vesileyle, AB’nin Kıbrıs Türk Toplumu içerisinde yumuşak güç kullanarak yaptığı ciddi kamuoyu faaliyetleri de gözden kaçırılmamalıdır. 2004 referandumu öncesi KKTC’de 65 milyon € civarında bir harcama yaptığı söylenmektedir. Bazı eski eser restorasyonları dışında bu para karşılığı gözle görünür pek bir şey yoktur.
Gerçekleştirilen referandumun sonucunda Türk tarafında %65 evet oyu alan Annan Plan’ı, Rum tarafında %75 ile reddedilmiş ve geçerlik kazanmamıştır.
Bir ülkenin AB’ye üye olmasının temel şartlarından biri, aday ülkenin sınır sorunlarını çözmüş olmasıdır. Buna rağmen, Yunanistan’ın Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe kabul edilmesini veto etme şantajı sonucunda, Annan Planı’nı reddetmiş olan Rumlar AB’ye üye yapılmış ve yukarıda bahsedilen izolasyonlar kuzeyde daha da artmıştır.
İlk defa, Annan Planı referandumu esnasında Yunan dışişleri bakanı Andreas Papandreu tarafından gündeme getirilen, bir iki yıl evvel de Rum görüşmeci Anastasiadis tarafından tekrarlanan, ‘Türkler’in ayrıcalıklı bir azınlık olmayı kabul etmeleri’ düşüncesi, Rum ve Yunanlıların beklentisini açıkça ortaya koymaktadır.
Yine de, Türk tarafı ve Türkiye görüşmelere devam etmiştir. Anlaşma taraftarı sol eğilimli Sayın Mehmet Ali Talat ve ortaya konan şartlar altında anlaşmaya pek istekli olmadığını düşündüğüm sağ eğilimli Sayın Derviş Eroğlu’nun cumhurbaşkanlığı dönemlerinde yapılan görüşmelerden de bir sonuç çıkmamıştır.
Buna rağmen 2015-2020 arası cumhurbaşkanı Sayın Akıncı büyük bir iyi niyetle tekrar masaya oturmuş, ancak tüm çabalarına rağmen, karşı taraf ileride kurulacak federal Kıbrıs’ın yönetimini Türkler’le paylaşmayı kabullenmemiş, Türkiye’nin garantörlük haklarını da masaya getirmiştir. Sonuçta Cras Montana’da yapılan bu görüşmeler de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
AB’nin Türk toplumu üzerindeki kamuoyu oluşturma çalışmaları ise düzenli bir şekilde devam etmektedir. İki toplumlu faaliyetler kapsamında, Türk ve Rumlardan oluşan kadın gurupları ve gençler bir araya getirilmektedir. Kıbrıs ve Avrupa’da yapılan faaliyetlerde, anlaşma sonrası AB içerisinde özgür ve refah içerisinde bir toplumun oluşacağı fikri işlenmektedir. Zaten Rum tarafına geçebilen Türkler, milli geliri Yunanistan’dan çok yüksek olan Rumların yaşam standardını görmektedir.
Türkiye ise ciddi altyapı yatırımları yapmakta, buna karşılık olumlu bir kamuoyu oluşturamamaktadır. Kıbrıs Türk Toplumu’nda ‘bu kadar insanı Anadolu’dan buraya getirdiler, doğal olarak okul, hastane yol vs gibi altyapıyı da getirmek zorundalar’ diye bir algı oluşmaya başlamıştır. Yani Türkiye’nin yardımları, adeta bir mecburiyet gibi görünmeye başlanmıştır.
Son yıllarda Türkiye’de devlet yönetiminin laiklikten uzaklaşmaya başladığı, ekonominin hatalı uygulamalar nedeniyle çöktüğü, parlamenter rejimden uzaklaşıldığı, hukuk ve eğitim sisteminin geriye gittiği izlenimi Kıbrıslı Türkler arasında yaygınlaşmaktadır. Sayın Akıncı, televizyonlarda yapılan seçim öncesi bir açık oturumda ülkede okuldan çok cami yapılmasından şikayetçi olmuştur.
Türkiye’nin korona salgını kapsamında yaptığı yüz milyonlarca liralık büyük yardımlar bile seçimlere müdahale olarak algılanmıştır. Buna karşılık Rum tarafının verdiği, 35 bin TL’lik bir ilaç yardımı popüler olmuştur.
Yukarıda bahsettiğim tarihsel akış ve sosyolojik gelişmeler nedeniyle, Türkiye’de yaşayan insanlar Kıbrıslı Türklerin kendilerini sevmediklerini, nankörlük ettiklerini düşünürken, KKTC vatandaşlarının önemli bir kesimi de Türkiye’nin ülkeyi bir alt yönetim olarak idare ettiği, Kıbrıs Türk Toplumu’nu dikkate almadığını düşünmektedir. Türkiye halkı ile Ankara’daki bugünkü yönetim arasında bir ayrım yapılmaması, hepsinin aynı kefeye konması, da algıda bir yanılgıya sebep olmaktadır.
Bu şartlar altında, son derece kutuplaşmış bir ortamda KKTC’de iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Seçim bir anlamda referanduma dönüşmüştür. Türkiye’nin yukarıda değindiğim sosyal, politik ve ekonomik yapısından endişe duyanların bir bölümü, ‘bu şartlar altında bir an evvel, ne pahasına olursa olsun, AB’ye girmek için elimizden geleni yapmalıyız’ düşüncesiyle Sayın Akıncı’ya oy vermiştir. Akıncı’ya oy veren önemli bir kesim de, Ankara’nın baskıları karşısında dik duruş sergilemesinden etkilenenlerdi. Türkiye’deki ortamdan rahatsızlık hissetmeyen bir kitle ise “Türkiye ile iyi ilişkiler olmadan burada yok oluruz” düşüncesiyle, Türkiye’nin desteklediğini açıkça belli ettiği Sayın Tatar’ı desteklemiştir.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan yirmi kişilik bir ekibin, Sayın Tatar’ın propaganda çalışmalarını desteklemek için Kıbrıs’a gelmesi, AKP ve MHP milletvekillerinin Türkiye kökenli ailelerin evlerine giderek seçim propagandası yapması, binlerce kişiye Türkiye’den gelen kaynaklarla korona yardımı adı altında para desteği verilmesi, pandemi hastanesi inşaatı gibi yatırımlar, bu desteğin açık örnekleridir. Ayrıca, alelacele, yeterli hukuki altyapı tamamlanmadan Maraş’ın bazı caddelerinin erişime açılması da bu çabaların bir parçasıdır.
Son derece gergin bir ortam ve kutuplaşma altında yapılan seçimler öncesinde, Sayın Akıncı’nın Türk Büyükelçiliği’nin kendisinin ve ailesinin güvenliği ile ilgili tehditlerde bulunduğunu söylemesi, Büyükelçiliğin ise bunu reddetmesi de ayrıca ilgi çekicidir.
İkinci tura kalan iki aday arasındaki mücadeleyi bu şartlar altında Sayın Tatar kazanmıştır. Sayın Akıncı ise, aslında kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan kişilerin bir bölümünün oyunu, federasyon ısrarı ve Ankara ile köprüleri attığı izlenimini vermesi nedeniyle alamamıştır. Toplumda ‘ne pahasına olursa olsun federasyon olsun’ diye düşünmeyen, ancak Sayın Tatar’ı da AKP’nin KKTC temsilcisi olacağı endişesiyle desteklemeyen önemli bir kitle vardır ki bunlar sandığa gitmemeyi tercih etmişlerdir.
Sayın Tatar cumhurbaşkanı seçilince milletvekilliği düşmüştür. Partisi UBP’nin milletvekili olan eski genel başkanı ise yolsuzluk suçlamasıyla yargılanacağı için İstanbul’a gitmiş ve ülkeye geri dönememektedir. Sayın Tatar’ın seçim öncesi, koalisyon ortağı Halkın Partisi’ni politik ayak oyunlarıyla kızdırdığını ve hükümetin dağılmasına neden olduğunu da düşünürsek, yeni bir hükümet kurulma olasılığı son derece düşüktür. Federasyon için Sayın Akıncı kadar istekli olan CTP ile federasyon fikrini artık açıkça terk eden UBP’nin birlikte hükümet kurması dışında pek bir seçenek yoktur. Bu şartlar altında erken seçim kaçınılmaz görülmektedir.
Sayın Tatar’ın kendi ve ailesinin yaşam tarzına hiç uymayan dini söylemlere başlaması, tekke ziyaretleri, katılmaya başladığı Cuma namazları, toplumun bir bölümünde olumsuz işaretler olarak algılanmaktadır. Daha da önemli olan, KKTC anayasasına uymamasına rağmen, kendisinin şu anda hem müstafi başbakan, hem de cumhurbaşkanı olmasıdır. UBP yeni bir parti başkanı seçene kadar, yeni başbakan atamasını sürüncemede bırakmıştır.
Toparlarsak, KKTC’de toplum içerisinde bir kutuplaşma oluşmuştur. Sosyal yaşama baskı endişesi, fakirleşme korkusu yaygındır. Öte yandan, toplumlararası görüşmelerde, Türk tarafı azınlık olmayı kabul etmediği sürece bir sonuç alınması olanaksız görülmektedir. Toplum çaresizlik içerisinde, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal çaresizliği içerisindedir.
Bu şartlar altında, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın sıkıntılı dönemi birlikte atlatacağı mesajının hem Türkiye, hem de KKTC’nin gerçek aydınları tarafından toplumlarına verilmesi yararlı olacaktır. KKTC’de Türkiye düşmanlığını körükleyenlere, Türkiye’de de Kıbrıs Türk Toplumu’na laf sokuşturanlara fırsat verilmemelidir.
Yazımı Kıbrıs Türk Toplumu’nun değerli sanatçısı Sn. Emin Çizenel’in sosyal medyada paylaştığı bir mesajla bitirmek istiyorum.
‘Birşey söylemek istiyorum, çok derinden duyumsadığım ve dillendirmek istediğim bir serzeniş.
Bu toplumun zorlu macerasının tam ortasında, çok emek vermiş bir vatandaş olarak, ve her gün her şeye yeniden bakan, üreten bir sanatçı olarak.
Beyler ve bayanlar, anavatan ,yavruvatan ve bilumum engin faaliyetlerde bulunan, bu toplumu iş edinmiş zevat.
Burada, bu adada yaşamakta olan, farklı bir renkte, farklı lezzetler taşıyan bir Türk toplumu vardır. Senelerce her türlü baskıya ve zulüme, aşağılanmaya, yokluğa boyun eymeden Türk ve müslüman kalarak, ama laik Atatürk ilkelerinin misak-i milli dışındaki tek savunucusu bu toplumu üzüyorsunuz. Bu farklı renkteki Türk topluluğunu bir türlü içinize sindiremediniz. Neden ? Niye? Lehçesiyle, naif ada karakteristiği ile, ve çok farklı kültürlerden aldığı etkileşimlerle, özğün, medeni, hırlaşmayı sevmeyen, kavga etmeden yaşayabilmeyi becermiş farklı bir renk. Bu toplum zorlu bir kavganın sonunda size sağladığı doğu Akdeniz’e uzanan geniş bir perspektifin içindeki öznedir. Yapmayın, ne olur bu toplumun hala dimdik duran, derin hissiyatını ve haklı özgüvenini kırmayın. Artık birbirimizi farklılıklarımızla sevebilelim. Biz, her şeye rağmen hep burada olacağız.’
Emin Çizenel 5 Kasım 2020
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.