Son centilmenler savaşı

Dedemin Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı anıları bende önemli izler bırakmıştır.

1915 yılında Osmanlı birçok cephede savaşırken dedem Kuleli Askeri Lisesi’nin son sınıfında okuyormuş. Mezun olduktan sonra Harbiye’de eğitimine devam edecekmiş.

Ancak, dedem Kuleli’nin son sınıfındayken, 18 Mart’ta müttefikler donanmalarıyla Çanakkale’den geçme girişiminde bulunuyorlar. Başaramayınca nisan ayında Gelibolu’ya çıkartma yapıyorlar. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Osmanlı ordusu ilerlemelerini durdurunca mücadele siper savaşlarına dönüşüyor.

Mart ve nisan ayında olan deniz ve kara savaşları sonucu subay eksiği doğunca dedemin sınıfı nisan sonunda erken mezun edilip derhal cepheye yollanmış. Tabii o dönemde Sarıkamış, Süveyş Kanalı, Irak gibi pek çok cephede Osmanlı aynı anda savaşıyor ve Ruslar Ermeni isyancıların desteğinde Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümünü ele geçirmiş durumda. Tam bir kargaşa dönemi. Gelibolu’ya asteğmen rütbesiyle tayini çıkmış. Sahra topçusu olarak katırlarla çekilen iki adet topu kumanda etmek üzere cepheye gitmiş.

Dedemin Çanakkale’de iki açıdan şanslı olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi sahra topçusu olması. Cepheye yakın ama topçu olduğundan süngü muharebelerine katılmıyor. İkincisi cepheye gittiğinde zaten en çetin savaşlar sona ermiş. O nedenle şehit düşmeden, yaralanmadan ve hastalanmadan kurtulmuş.

Oysa, aynı sınıfta okuduğu, çok sonra Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı da olan Cevdet Sunay, torpille Gelibolu’ya gitmek yerine, o sıralar sakin olan Irak cephesine tayinini çıkartıyor ve o cephede savaş kızışınca İngilizlere esir düşüyor. O nedenle dedem, ‘Askerlikte torpil yaptırmak anlamsızdır, ne olacağı hiç belli olmaz’ derdi.

Dedemin 1915 yılında cepheye gittiğinde 17 yaşında olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Yani çocuk asker!

Dedemin Gelibolu günlerinde bulunduğu cephe pek değişmemiş. Her iki taraf da pozisyonlarını korumuş. Bu dönemde müttefik uçakları da Türk mevzilerini sık sık bombalıyormuş. Bombardımanlar pek etkili olmasa da moral bozucuymuş. İngiliz pilotlar Türk mevzileri üzerinde uçarken alçalıyor ve yanlarındaki el bombalarını aşağı atıyormuş. Türk mevzilerinden de tüfek tabanca artık yakında ne varsa uçaklara ateş açılıyormuş.  Türkler bu savaşta ilk defa “Uçaksavar topu” da kullanıyor. Sahra topları yüksekçe bir yere yerleştiriliyor. Altına genelde bir değirmen taşı konuyor. Bu sayede uçak hareket halindeyken top döndürülerek hedef takip edilebiliyor.

Bir Türk sahra topu uçaksavar olarak mevzilenmiş durumda.

Bu saldırılar sırasında zaman zaman düşman uçakları düşürülüyor. Böyle durumlarda uçağı kimin düşürdüğü karambolden pek anlaşılamıyor. Ancak küçük rütbeli subaylar manyetolu telefonlarıyla Gelibolu’daki karargâhı aramaya çalışıyorlar. İlk ulaşabilen uçağı vurduğunu söylüyor ve üç günlük bir İstanbul izni ile ödüllendiriliyormuş.

Böyle bir olay sonucunda dedem de bir kere karargâha telefonla ilk ulaşan olmuş ve İstanbul tatili ödülüne layık görülmüş. O perşembe gecesi karanlıkta kendisini İstanbul’a götürecek olan Gülnihal vapuruna binmek üzere Gelibolu limanına inmiş. Limanda kendisine elleri bağlı olarak düşen uçağın İngiliz pilotu da teslim edilmiş ve İstanbul’a vardığında esaretini geçireceği Selimiye Kışlası’na teslim etmesi istenmiş.

Gülnihal seferini gece yapıyormuş, bunun nedeni Marmara’ya sızmış bir müttefik denizaltısının saldırısından çekinilmesiymiş (İngiliz E-11 denizaltısı).

İstanbul yolculuğunda gemide daha üst rütbeli Alman subaylar da varmış ve o gece tatile gidiyor olmanın da keyfiyle içip sarhoş olmuşlar. Dedem Kuleli’de öğrendiği kadar Almancası ile subayların İngiliz esiri denize atmayı düşündüklerini anlamış. Derhal esirle birlikte bir kamaraya girmiş ve kapıyı içeriden kilitlemiş. Bir süre sonra Alman subay grubu kamaranın kapısına gelip, kapıyı yumruklamaya başlamışlar ve açması için bağırmaya talimatlar yağdırmaya başlamışlar.

Gülnihal vapuru

Durumu anlayan İngiliz pilot da tir tir titriyormuş. Dedem pilotun ellerini çözmüş, eline kendi kasaturasını vermiş. Kendi eline de tabancasını alıp beklemeye başlamış. Neyse ki sarhoş Almanlar işi fazla uzatmayıp bir süre sonra çekilip gitmişler. Ortalık sakinleyince İngiliz subay kasaturayı dedeme vermiş. Sonra da ellerini yeniden bağlanmak üzere dedeme doğru uzatmış. Dedem de tekrar bağlamış. İstanbul’a vardıklarında da dedem pilotu Selimiye’ye teslim etmiş.

Dedem, İstanbul’un işgalini müteakiben Anadolu’ya geçtikten sonra bir gün annesi Zehra Hanım’ın Çemberlitaş’taki evinin kapısı çalınır. Zehra Hanım kapıyı araladığında kapıda bir manga İngiliz askeri ve üst düzey bir subayın geldiğini görür. Mahalleli de telaş içerisindedir. Hava subayı bir tercüman vasıtasıyla Ahmet Ferit’in evi mi diye sorar. Evet yanıtını alınca kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Zehra Hanım oğlu Ahmet Ferit’in evde olmadığını, milli kuvvetlere katılmak için Anadolu’ya geçtiğini söyleyince “Hayatımı kurtarmıştı, kendisine teşekkürlerimi iletmeye gelmiştim. Bir sorununuz olursa her zaman bana ulaşabilirsiniz hanımefendi” diyerek bir adresin yazılı olduğu bir kağıt uzatır ve selam vererek mangayla birlikte gider.

Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanıp, Türk askeri İstanbul’a yeniden gelinceye kadar İstanbul’un Fransız işgal bölgesinde olan Zehra Hanım’ın kapısında bir İngiliz askeri nöbet tutar. Subayın kim olduğu bilinmiyor…

İşte size Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da konusu edilen centilmenler savaşından bir anı…

Exit mobile version