1990’lı yılların ortalarıydı. THY artık İstanbul New York arasında düzenli seferler yapmaya başlamıştı. Seferler A310’larla yapılıyordu. Özel havayolu şirketleri de 1990’nın başlarında mevzuata getirilen esnekliklerle hızla gelişmeye başlamıştı. Ancak Türkiye Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) gelişmekte olan hava ulaşımına ayak uyduracak durumda değildi. Kadrosu yetersiz, mali kaynakları kısıtlı, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlüktü. Kurumda ciddi bir bilgisayar sıkıntısı da vardı. Üstüne üstlük parasızlıktan A4 kâğıt bile almakta zorlanıldığından, bir iş için Ankara’ya gittiğimizde, yakındaki bir kırtasiyeciden bir top kâğıt da satın alıp götürürdük.
SHGM’nin vefakâr ve cefakâr personeli bu şartlar altında çalışırken, bir gün ABD Sivil Havacılık Dairesi’nden (FAA- Federal Aviation Authority) bir mektup aldı. FAA, THY’nin New York’a uçuş yapması nedeniyle SHGM’nin denetlenmesi gerektiğini bildiriyordu. Gerekçesi de ABD’nin bir mevzuatına dayanıyordu.
Bu denetim esnasında SHGM’nin, başta THY olmak üzere, havayollarını denetleme kapasitesini anlamak istiyordu. THY’nin New York’a uçmaya devam edebilmesi için FAA personeli Ankara’ya davet edildi.
FAA personeli SHGM ile yapılan toplantılarda kurumun mali yapısı, pilotların ve teknisyenlerin ruhsatlandırılması, havayollarının denetimi, özerkliği gibi pek çok konuda bilgi almaya başladı. Özellikle THY’nin nasıl denetlendiğini detaylı bir şekilde öğrenmeye çalışıyorlardı.
Görüşmeler ilerledikçe, SHGM’nin bu konularda ne kadar yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Özellikle THY ile olan ilişkilerinde SHGM’nin THY’yi denetlemek bir yana, Ulaştırma Bakanlığı tarafından THY’nin her istediğini yapmaya zorlandığını fark ettiler.
FAA genelde ABD’ye uçan havayollarını üç kategoriye ayırır. CAT1 denilen statüye sahip ülkelerin havayollarının ABD’ye uçmasına izin verilir. Eksikleri görülen ülkeler ise CAT2’ye indirilir. Burası biraz okulda ikmale kalmaya benzer. 120 gün içinde eksiklerinizi tamamlarsanız yeniden CAT1’e çıkarsınız. Beceremezseniz CAT3’e düşersiniz ve ülkenizin hiçbir havayolu ABD’ye uçamaz.
SHGM bu toplantılar sonucunda CAT2’ye düşürülür ve kendisine 120 günlük süre verilir. SHGM bu süre içerisinde çok ciddi bir çeki düzen sürecinden geçmek zorundadır. Sivil havacılık yasasının yeni baştan yazılması da kaçınılmazdır. TBMM’nin ve Türk bürokrasisinin hantal yapısı içerisinde FAA’in istekleri 120 gün içerisinde yapılamaz.
Ancak, o zamanlar Türkiye ABD’nin stratejik ortağı olarak görülmektedir. Zaten başbakan da, ABD pasaportu olduğu sık sık gündeme gelen ve hiç yalanlanmayan Tansu Çiller’dir. Bir ara çözüm bulunmaya çalışılır.
THY New York’a uçtuğundan, yetkili olarak, bu kez FAA’in New York ofisinin müdürü Ankara’ya gelir ve açık kalan, ancak tamamlanması pek de kolay olmayan konuları vurgular. Ayrıca, stratejik ortak Türkiye’ye 120 günlük ek bir süre daha tanır.
SHGM genel müdürü Amerikalı yetkiliyi oteline uğurladıktan sonra odasına geçer ve anında telefonu çalar. Arayan bir uluslararası danışmanlık ve denetim şirketinin başkan yardımcısıdır. SHGM’ye FAA sorununu çözmek için danışmanlık vermeyi teklif eder. Durum iyi kötü ortadadır. FAA New York’un müdürü, büyük ihtimalle daha otele gider gitmez danışmanlık öneren şirketin başkan yardımcısını aramış ve bilgi vermiştir.
SHGM bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için bu şirketle mecburen bir yıllık bir sözleşme imzalar, 120 günde CAT1’e çıkılması için gerekli destekler alınacak, sonra da SHGM’nin iyice toparlanması için birlikte çalışmaya devam edilecektir. Bu amaçla 350 bin $ talep eden firmaya iş ihalesiz verilir. Ayrıca şirketin tüm masrafları da, bu 350 bin $’ın üstüne, kendisine ödenecektir. Konu artık başbakanlığa kadar intikal etmiştir. İşin hızla çözülmesi istenmektedir.
Danışman firma aylık 25 bin $’a kadar maaş alan personeli için Ankara’da bir ofis tutar. Önce SHGM içerisinde çalışır. Sonra havayollarını tek tek denetlemeye başlar. Yaptığı telefon görüşmeleri dâhil her türlü harcamasını da kuruşu kuruşuna SHGM’ye fatura etmektedir.
Denetimlerde sıra Pegasus’a geldiğinde ben de şirketin yönetim kurulu üyesi ve genel müdür yardımcısıydım. Genel müdürlükte yapılan kısa bir toplantıdan sonra, danışman firmadan gelen denetçileri, teknik müdürümüz Leo Balance’la birlikte Atatürk Havalimanı’ndaki teknik bakım ünitemize yolladık.
Onlar gittikten biraz sonra küçük ofisimizin kapısı yeniden çalındı. Kapıda iki yabancı vardı. Kendilerini genel müdürümüzün odasına buyur ettik. Gelenler biraz evvel denetim için gelen personelle aynı firmadandılar. Bize yapılacak denetimlerde başarılı olmamız için danışmanlık yapmayı öneriyorlardı.
İrlandalı genel müdürümüzle birlikte ağızımız açık bir şekilde adamları dinledik. Adamlar, şirketlerinin bazı elemanları bizi SHGM adına teknik olarak denetlerken, bir yandan da o denetimin başarılı olması için danışmanlık teklif ediyorlardı. Belki de bizden bu hizmeti almazsanız, denetimden geçemezsiniz diye şantaj yapıyorlardı. Tam bir ahlaksızlık!
Kendilerine ‘bir düşünelim’ dedik ve yolcu ettik. Kısa bir iç değerlendirmeden sonra SHGM’yi aramamın ve durumu iletmemin doğru olacağına karar verdik. SHGM’ye durumu bildirdik. Tam açıkça söylemediler ama galiba bir iki havayolundan da benzer şikâyetler gelmişti.
SHGM bir süre sonra FAA’den daha düzgün bir adamla tekrar temas kurdu. Danışman firmanın yaptıkları anlatıldı. FAA’den gelen kişi durumu kavramıştı. Yapılacak işlerin çok detaylı bir listesini SHGM’ye sundu ve bunları yaparsanız bu danışmanlık ve denetim şirketinden kurtulursunuz dedi. SHGM de gerekenleri tamamlayarak CAT1’e geçti. Yasa değişikliği gibi daha uzun sürecek işlerse orta vadeye bırakılmıştı.
Söz konusu firmaya da kontratının iptal edildiği, sadece üç aylık ödeme yapılacağı tebliğ edildi. Kendilerine bizde geçen olay anlatıldığında da, ‘tam bir tesadüf olmuş, bizde denetim ve danışmanlık departmanları birbirinden bağımsız çalışır ve birbirlerinden haberleri olmaz’ şeklinde bir açıklama yapmışlar. Firma, sözleşme iptalini mahkemeye götürdü. Uzun bir sürecin sonunda sonuç alamayarak SHGM’nin peşini bıraktı.
Bu yazının, başlığında geçen hellim (Rumlar hallumi diyor) konusu ile bu olayın alakasına gelince. Hellimin coğrafi tescili konusu bugünlerde Kıbrıs’ın en popüler konularından biri. Türkiye’de konuyu bilmeyenlere kısaca açıklayalım. Geçen hafta Kıbrıs’la ilgili, uzun süredir tartışılan bir çalışma sonuçlandı. Kıbrıs’ta Rumların hallumi, Türklerin hellim adıyla bilinen ürününe AB tarafından coğrafi tescil verilmesine karar verildi. Bu sayede KKTC’de üretilen hellim de yeşil hat tüzüğü sayesinde Rum tarafı üzerinden AB ülkelerine ihraç edilebilecek.
KKTC’de, bunu önemli bir başarı olarak görenler, mutluluktan uçanlar olduğu gibi, ‘bu konuda da Rumların denetimine giriyoruz, bağımsızlığımıza önemli bir darbe daha’ diyenler de var.
Öte yandan, olayın politik yönünün yanı sıra, pratikte de bu uygulamanın çalışıp çalışmayacağı KKTC’de tartışılan konular arasında. Şahsen tanıdığım ve bilgisine güvendiğim Kıbrıs Türk Sanayi Odası Başkanı ve Avunduk Süt Ürünleri Şirketi’nin sahibi Sayın Candan Avunduk’un konuşmalarını izleyerek konunun uygulama yönüyle ilgili yeterli bir bilgi sahibi olduğumu sanıyorum. Anladığım kadarıyla, Rumlar şu ana kadar yeşil hat tüzüğünden yararlanılarak KKTC ürünlerinin ihraç edilmesini sistematik olarak engellemişler. O nedenle hellimin ihracının önüne de pek çok engel koyacakları kesin gibi.
Ancak, Rumlar Türklerin önüne bir yığın engel koymasa bile, Rumlarla Türklerin coğrafi tescil konusunda bazı ortak sorunları da var. Ana sorun ise hellimin, AB’de tescil edildiği spesifikasyonlara uygun olarak Rumlar tarafından da, Türkler tarafından da halen üretilemiyor olması. Coğrafi tescil alacak ürünün yüksek bir oranda koyun sütü ihtiva etmesi, hayvanların yerel olması, beslenmelerinin Kıbrıs’ın endemik bitkileriyle olması, ithal ürün kullanılmaması gibi bir dizi zorlu kısıtlamalar var.
Kıbrıs’ta koyun varlığı yeterli değil, yeminin önemli bir bölümü ithal, arazide bol miktarda koyun varlığını besleyecek endemik bitki de pek yok gibi. Rumlar AB desteğiyle, küçükbaş hayvan varlığını arttırma ve gerekli altyapıyı oluşturmada bir miktar yol kaydetmişler ama daha 5-7 yıllık bir uğraş kendilerini bekliyor gibi. Kuzey için süre daha da uzun olacağa benziyor.
AB, hellimin coğrafi tescil şartlarına uyması konusunda oldukça hassas. Bütün ağılların, süt ürünü tesislerinin sürekli denetlenmesini istiyor. O nedenle de Kıbrıs’ın uluslararası tanınırlığı olan ve AB üyesi olan Rum yönetimini bu işlerin denetlenmesi için bir firmayla çalışmasına ikna etmiş. Bu firma hem Güney’de hem de Kuzey’de AB adına denetim yapacakmış.
Geldik zurnanı zırt dediği yere. Acaba bu firma Türk SHGM’sinin kapısını çalan, orada alacağı 350 bin $ ile yetinmeyip, danışmanlık kisvesi altında Türk havayolu şirketlerinden de para kapmaya çalışan firmayla aynı firma olabilir mi? Benden Güney ve Kuzey Kıbrıs yönetimlerini uyarması, gerisi onlara ve kamuoylarına kalmış. Olaylara Fransız kalmasınlar, bu tür uluslararası para yoluklama işlerinde uzmanlaşmış kurumların tuzağına düşmesinler diye yazayım dedim.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.