Prof. Dr. Mehmet Sungur: Uçuş korkusu en çok kalkışta yaşanıyor

Prof.Dr. Mehmet Zihni Sungur Foto: Haber Aero

Uluslararası Davranış ve Kognitif Terapiler Birliği Başkanı Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zihni Sungur, uçuş korkusunun uçuşun çok değişik aşamalarında ortaya çıktığına dikkat çekerek, yolcuların en çok korktukları anın uçağın kalkış noktası olduğunu söyledi. Sungur, kalkış anı korkusunu türbülans ve iniş esnasındaki korkuların takip ettiğine vurgu yaptı.

Çoğu insanın uçuştaki korkularının genellikle uçağın düşeceği ile ilgili olmadığını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Zihni Sungur, uçuş korkusunun özelliğine göre tedavisinin olduğunu, işleri aksatmaya, ziyaretleri ertelemeye, seyahat etmeye, farklı yerleri, kültürleri, insanları tanımaya engel olmaması gereken bir durum olduğunu söyledi.

1987’de İngiltere merkezli bir havayolu ile Londra-Amsterdam arasında uçuş korkusu seferi düzenlediğini kaydeden Sungur, bu uçuşta korkusu olanların bir kısmının Türk olduğuna işaret ederek, ilginç bir anısını anlattı. Haber Aero’ya özel açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Sungur, seyahatlerin insan hayatına çok olumlu katkıları olduğunu, kendisinin de trafik kazası sonrası omurgalarının kırık olmasına rağmen 10 gün sonra Küba’ya uçtuğuna işaret ederek, uçuş korkusu olanların tedavi olmalarını, yurtdışı seyahati için imkanı olmayanların da ülkemizi gezmelerini tavsiye etti. Şimdi sözü tamamen Mehmet Zihni Sungur Hocaya bırakıyoruz.

Kapılar kapanıyor korku tavan yapıyor

Uçuş korkusu uçuş sırasında çıkmıyor, daha uçuş başlamadan evvel oraya gideceğinizi hayal etmeye başladığınız anda evde başlıyor. Havaalanına doğru giderken iyice artıyor, içeri girip biniş kartını aldığınız zaman tepe noktaya ulaşıyor. Yaklaştıkça artıyor. “Kapılar kapandı artık” diye bir anons geliyor ondan sonra o korku en tepeye varıyor, tavan yapıyor. Ve o noktadan itibaren bir takım bedensel etkiler, kaygı dediğimiz, endişe dediğimiz durumun belirtileri çıkmaya başlıyor. Çarpıntı, terleme, nefes darlığı gibi. Ve kişiler bunu da bir tehlike gibi algıladıkları için panik gibi bir takım alt başlıkları var. Çarpıntı, terleme, nefes darlığının gelmesi ise onlar tarafından tehlikenin iyice arttığına dair bir işaret gibi algılanıyor. Yolcuların en çok korktukları an ise uçağın kalkış noktası. Korku artıyor, korku arttıkça belirti artıyor. Kısır bir döngüye giriyor. Korkunun temelinde şöyle bir şey var. Yani bu uçağın içinde kaygım çok arttığı takdirde dışarı çıkış da imkansız hale geldiği için uçağın içinde kalıp kontrolümü kaybedersem korkusu. Temel korku bu.

Uçuş korkusu 17-35 yaş arasında çıkıyor

İnsanlar genellikle “uçak düşecek, ondan korkuyorum” gibi algılıyorlar. Çoğunun böyle korkusu yok. Böyle yakınması olanlar var. Çok geniş bir spektrum içinde bu korkular. Hafif olanlarından ağır olan formuna kadar değişiyor. Hafif formlarında kişiler uçuyorlar ama nasıl uçuyorlar? Yanına güvendikleri birini alarak, uçağa binmeden evvel içki içerek, uçağa binmeden evvel o bir takım kaygı giderici ilaçlar alarak. Ve ondan sonra indiklerinde diyorlar ki, “İyi ki o ilacı almışım, almasaydım asla uçamayacaktım.” Neyi öğrenemiyorlar? Uçmalarını o ilacı bağlıyorlar. O zaman da iyileşmiyorlar tabii. Ama ağır formda zaten uçuş diye bir şey söz konusu olmuyor. Genellikle 17 ile 35 yaşlar arasında çıkan bir korku bu. Görülme sıklığı yüzde 2’lerle 40’lar arasında değişiyor. Niye bu kadar farklılık var? Çünkü hiçbir rahatsızlığın aralığı bu kadar geniş olmaz. 2 nerede, 40 nerede? Hafif formları yüzde 2. Korkum var, aklıma bir takım düşünceler geliyor ama buna rağmen uçağa binebilenler bir de asla uçağa binemeyenler var. Dolayısıyla o asla uçağa binemeyenleri ayırırsanız o zaman oran düşüyor.

Ama korkuya rağmen uçağa binenler de 3 tür davranış sergiliyorlar. Kaçma, kaçınma ve güvenlik sağlama. Kaçma ne demek? Ben uçağa doğru gidiyorum tam uçağa bineceğim sırada aklıma şöyle bir düşünecek geliyor. Bu uçak düşecek. Bu uçağa binmekten vazgeçiyorum. Buna kaçma diyorum. Kaçınma ne? Uçakla ilgili görüntüler olsun, ilgili bir film seyretmek, uçakla ilgili bir şey okumak, uçuşla ilgili bir uçağı hatırlatacak nesneleri düşündüğümüz zaman. Ya da havaalanlarına yaklaşmamak çünkü havaalanını görmek bile bizde bir takım korkular ortaya çıkarıyor. Kaçınma dediğimiz şey mümkünse mesela iş seçerken asla seyahat gerektirmeyen işler seçmek gibi. Yani mesela diyelim ki ben seyahat gerektiren bir işse hiç başvuramıyorum. Niye? Çünkü hep uçuş yapmam gerekecek ve o uçağa binmemem lazım. Buna da kaçınma diyoruz. Güvenlik sağlama dediğimiz davranış en az bilinen şey bu. Yani kaygı bozuklukların hepsinde vardır. O nedir? Kaçma ve kaçınma mümkün değilse o zaman ne yapıyorsunuz? Uçağa binerken sizde oluşacak o kaygı belirtilerini azaltacak önlemler almaya çalışıyorsunuz. O da ilaç almak, alkol almak. Ya da yanınızdaki kişi tesadüfen konuşkan birisiyse dikkatinizi dağıtmak için yanınızdaki kişiyle yol boyunca konuşmak…

Milyonda bir piyango ya bana çıkarsa!

Aslında uçuş korkusu yaşayan insanların çoğu da biliyor ki uçak yolculuğu bir yerden bir yere seyahatler içinde en güvenilir olanı. İstatistikler de bunu gösteriyor, ama bunu ben mantığımla anlıyorum. Aklımla biliyorum. Evet bu olasılık çok düşük ama buradaki sorun ne? Bu olasılık gerçek olursa, bu benim hayatımın sonu olacak. Yani bir araba kazasında siz kaza geçirebilirsiniz, ama uçak kazasından kaç kişi canlı çıkmış diye düşündükleri anda yani temel mesele en abartılı bir tehdit algısı… Siz milyonda oluyor deseniz anlarım. Biz senede bir ya da iki tane duyuyoruz ama aynı yıl içinde milyonlarca uçuş var ve bir tane de düşen uçak var. Şimdi ben neye inanıyorum? Ya milyonda bir piyango bana çıkarsa. Ben de diyorum ki bir adam sana gelse elinde iki demet ikramiye biletiyle dese ki, “Bak dostum! Bu taraftan çekersen, bu demetten sana bunun çıkma olasılığı milyonda bir, buradan çekersen 999.999 desem hangisinden çekerdin” diyorum. Tabii ki 999.999 diyor. Ama fobiye gelince birden çekiyorsun. Hatta bir tanesi şöyle anlattı bana, belki örnek verirsem çok daha güzel anlaşılır. Çünkü uçuş korkusu benim ilk ilgilendiğim konulardan biriydi.

Ben İngiltere’deyken yani eğitim aldığımız zaman da bu korkuları olan kişileri İngiltere merkezli bir havayolu ile başka yerlere uçururduk… O zamanlar birisi geldi ve dedi ki;

Fobilerde tek seanslı bile yapılacak şeyler var. Sonra uçtu, ama tek uçuşla da olmuyor. Çünkü ona göre uçmak ölümle yüz yüze gelmek…

İnsan düşünceleriyle savaşıyor

Bir yolcu dedi ki:

Ona dedim ki, “Önce seni bir alkışlayalım. Bir uçakta ortalama kaç kişi olur? Diyelim ki 100 kişi. Sen “6 kere uçak düşecek” diye düşündüğün için 6 kez uçağa binmedin. 6×100=600 kişinin hayatını kurtardın. Yani sen bir kahramansın, ama kimse bilmiyor. Müsade edersen seni alkışlamak istiyorum” dediğimde gülümsemeye başladı. Şöyle bir düşünce geliyor; “Bu uçak kaza yapacak” diye ve sen düşüncelerden yola çıkarak düşündüğün şeyin gerçek olacağını düşünüyorsun ve düşüncelerine inanıyorsun. Pek çok kaygı bozukluğunda insan düşünceleriyle savaş haline girer. Düşünceyle gerçek birbirine karışır. Onun için bir sonraki kitabımın adı “Düşüncelerine inanma!” olacak. Yani her düşündüğümüz şey gerçeğe dönüşmüyor.

Belirtiler değil ona yüklediğimiz anlam tehlikeli

Akla tehdit edici bir düşünce gelince kaygı oradan çıkıyor. Algılanan tehdidin oranı gerçek tehditten çok daha yüksek. Yani abartılı bir tehlike algısı ve bu korktuğumuz durumla yüzyüze geldiğimiz zaman da bu kaygıyla başa çıkamayacağımıza dahil inanç. 2 temel elemanı var;1- Tehlikeyi abartılı algılamak; 2- O tehlike anında da eğer olursa onunla başa çıkabileceğini daha iyi inancın ya olmaması ya da çok az olması. Yani buradaki tehlike ne? Uçağın içinde o belirtiler çıkacak, panik gibi belirtiler, çarpıntı, terleme, nefes darlığı, bulantı gibi belirtiler. Ve bu belirtiler çıktığı zaman ben o sırada kendimi kontrol edemeyeceğim ve dolayısıyla hasta, ağır problematik bir insan görünümü vereceğim ve uçaktan da çıkış olmadığı için sıkıntım çok artacak ve beni çıldırtacak şeklindeki bir korkuya dönüşecek. Yani illa fiziksel bir zarar beklenecek diye bir şey yok. Burada o belirtilerin kendisi değil, onlara verdiğimiz anlam tehlikeli. Bunu öğretmeye çalışıyoruz. Çarpıntı, terleme, nefes darlığı değil, tehlikeli olan. Onu nasıl algıladığın tehlikeli.

Şimdi merdivenleri hızlı hızlı çıktınız siz 2-3 katlı bir yere. Çarpıntı olur mu? Olur! Terleme, nefes darlığı hepsi olur. Peki o zaman öleceğim der misiniz? Hayır! Ama uçağın içinde olunca öleceğim diyoruz. Peki seni öldürecek şey çarpıntı, terleme, nefes darlığı değil mi? Evet! Merdivenleri çıkınca diyorsun ki hızlı hızlı çıktım ondan oldu. Uçakta diyorsun ki kendiliğinden oldu, demek ki tehlike var. Sonunda seni öldürecek çarpıntı değil mi? Demek ki çarpıtının kendisi tehlikeli değil. Ona nasıl bir anlam verdiğin onu tehlikeli hale getiriyor. İşlere buradan başlayarak daha sonra tedaviye geçiyoruz. Yaptığımız şey tabii bu insanları genellikle korktuğu nesneyle yavaş yavaş bir araya getiriyor. Çünkü bazıları bununla ilgili yazı okuyamıyor, bazıları bununla ilgili görsellere bakamıyor, anlatamıyor, dediğinizi izleyemiyor. Ne kadar insan hayatını kısıtlayan bir şey olduğunu düşünün. Yani bir kere 17 ile 35 yaşları arasında sık görülüyor dedik. Şimdi düşünün ki bu mezun olduğunuz yıl dünyayı öğrenmek için gezmeye, belki üniversiteyi başka bir ülkede okumaya gideceksiniz. Bu durumda olan çok sevdiğim arkadaşlarım var. Tabii ben onların arkadaşıyım, terapistlik yapamam ama nikaha katılmak için buradan Avrupa’ya arabayla gidiyor uçağa binmemek için. Tabii oradan kendine şöyle bir anlam çıkarıyor. Böylelikle Avrupa’yı da gördüm. Ama aslında vakti çok dar. Şimdi siz 2 saatte gideceğiniz yere bilmem kaç günde gidiyorsunuz. Dolayısıyla insan hayatını, işlevselliğini çok bozan bir şey. İnsanlar zaten bize bir rahatsızlıkları olduğu için başvurmazlar. Bu rahatsızlık onların işlevselliğini bozduğu zaman uğrarlar.

Prof. Dr. Mehmet Zihni Sungur (Fotoğraf: Haber Aero)

Uçuş korkusunda geçmiş yok

Hayatın 3 alanı var. İş yaşamı, sosyal yaşam ve özel yaşam. Bu 3 alandan başka dördüncü bir alan bulamazsınız hayatta. Yani her yaşadığımızı bu 3 alandan birine sokabiliriz. Dolayısıyla bu 3 alandan birinde ya da birkaçında bir takım böyle handikaplar, sorunlar oluşmaya başladığı zaman insanlar yardım almaya geliyor. Şimdi bunun nedenini biz bilmiyoruz, ama devam ettiren etkisini biliyoruz. Genelde fobilerin kökeninde ne vardır diye düşünülür. Geçmişe ait bir travmatik deneyim mi? Uçak, uçuş korkusunda böyle bir şey yok. Yani geçmişe ait bir travmatik deneyim yaşadım, uçak düştü ben kurtuldum. Bir daha binmek istemiyorum, olsa anlaşılır. Ama kimse böyle bir deneyim yaşamadığı için mesele onun geçmişindeki nedenlerini bulmak değil. Bu korkuya yönelik olarak yapacağın şeyin ne olduğunu bilmek. Şöyle bir anlayışa girmemeliyiz. Neden oldu? Neden oldu dediğin an başlıyorsun düşünce üretmeye. Şimdi bunun nedenini kimse bilmiyor, ama bildiğimiz şey bu fobinin kolaylıkla tedavi edilebileceği. Onun için önce hayallerinde karşılaştırıyoruz. Gerçekte değil. Videolar seyretmesi, hatta simülatörler içinde olmasını istiyoruz.

British Airways ile uçuş korkusu uçuşu!

British Airways ile uçuş korkusunu 30 sene önce çalışmıştım. Türkiye’de de böyle bir uygulama var mı bilmiyorum, Türk Hava Yolları’na sormak lazım. Ben bunu 30 sene önce 1987’de İngiltere’de yapmıştım. Ben o zaman İngiltere’de eğitim alıyordum. Yani uzmanlık eğitimi aldığım süreçte biz her türlü kaygıyla uğraşıyorduk. Bunlardan bir tanesi de uçuş korkusuydu. Dolayısıyla bu uçuş korkusu denen korkuyla nasıl başa çıkılacağına yönelik olarak ekonomik olsun diye de grup tedavileri yapıyorduk. Aynı anda korkuları olan kişilere yavaş yavaş bu korkularını nasıl yenileceklerine dair bir öğretiydi. Ardından da bunu bir uçuşla tamamlıyorduk. Uçak ücretsiz olarak kalkıyor, bu insanları Londra’dan bir başka yere götürüyor ve geri getiriyordu. Kaygıyla başa çıkabilmek için kaygı yükseliyor tepe noktasına geliyor. Daha sonra bir süre devam ediyor ve düşüyor. İşte bu devam ettiği sürede belirli bir zamanın geçmesi lazım. Dolayısıyla bu uçuşun yani uçulan sürenin mesela İstanbul’dan Ankara’ya uçarak 45-50 dakikalık bir uçuş olmaması gerekir. Çünkü bu kısa süre yeterli olmaz. Tabi herkes için de yetmiyor demek doğru olmaz. Çoğu insan için yetmiyor.

Kaygının yükselip süreci tamamlayıp aşağı düşmesi için gereken süre insandan insana 60 ile 90 dakika arasında değişiyor. Yani dolayısıyla en azından onu başardım diyebilmek çok önemli. “Uçağa bindim, uçtum, indim” denebilmeli. Hani “gittim” diyebilmek bile çok önemli. Ve hiçbir önlem almadan gittim. Hangi önlemi almadım? Dikkatimi dağıtmak istemedim. Çünkü uçuş sırasında korkusu olan bu insanlar ne yapmaya çalışıyor; dikkatlerini dağıtmak istiyor. Bu konu akıllarına gelince bunu düşünmemeye çalışmak, düşünceyi baskılamak gerekiyor. “Şu başımın üzerinde pembe renkli bir tavşan var. Bu tavşan benim saçımı tek tek yolluyor. Gördük mü sahneyi?” Şimdi önümüzdeki bir kaç dakika içinde her şeyi düşünebilirsiniz. Bir tek şey düşünmeyeceksiniz. O da pembe renkli tavşanı. Yani düşünmemeye çalışınca ne olur daha çok düşünürsün. Dolayısıyla düşünmemeye çalışmak dikkati başka şeylerle dağıtmak, televizyon seyretmek gibi uçuş sırasında bunlar işe yarayan yöntemler zaten.

British Airways ile fobi uçuşu!

British Airways ile Londra’dan Hollanda Amsterdam’daki Schiphol Havalimanı’na uçtuk. Uçuş fobisi olduğunu söyleyenlerin yüzde 20’si Türk’tü, ama hepsinin uçuş korkusu yoktu. Bazıları bu uçuş fırsatından faydalanmak için gelmişlerdi. Ancak çok değerli bir programdı. Bu tabii insana verilen değerin göstergesi. Çünkü çok önemli bir konudan bahsediyoruz. Uçmak demek yeni diyarlar keşfetmek demek, yeni öğrenmeler yapmak demek. Çünkü insan kendi diyarında hep kalırsa yeni bir şey öğrenemez. Yeni bir kültürle tanışmak, yeni insanlar tanımak. Yani ufkunuzu genişletmek… Uçamamak ise iş yapan insanlar için de kayıp, uçamayanlar için de kayıp.

Düşüncesinden korkan, hayal bile edemeyen kitleye yapacağınız tedavi ile zaten uçan, ama önlem alan birine yapacağınız tedavi biraz birbirinden farklı oluyor. Daha 80’lerin sonundan itibaren tek seanslı fobi tedavilerimiz mümkün oluyordu. Yani bazen tek seansla da bu korkuyu tedavi edebiliyoruz. Birisi başvurduğunda, “Yarın uçuyorum, yarına kadar ne yapabilirseniz yapın” dediği zaman “Ya çok geç gelmişsin kusura bakma” dememeli bir terapist. Çünkü bir seansla yapılacak çok şey var. O seansı nasıl yapılandıracağınız, o kişinin bunu kabul edip etmeyeceği önemli. Çünkü tek seansı varsa iyi kullanmak lazım. O zaman ne yapmak lazım? Onun kaygı düzeyinin artacağını bilmek gerekir. Tedavide amaçlanan şey kaygıyı azaltmak değil, kaygıyı tolere etme gücünü arttırabilmek. Yani konforlu bir konforsuzluk hali. Bir spor salonuna vücut geliştirmeye gittiğiniz zaman antremandan çıktığınızda hafif kaslarınız acır. Biraz konfor alanı dışına çıkarsınız. Ancak acıyor, ama güzel acıyor, dersiniz. Niye? Çünkü amacına ulaştı, onun için. Korkusu olanların da bunu göze alması lazım. Yani kaygıyı önce arttıracağım sonra azaltacağım ve o kişi kaygıyı hem arttırıp hem de azaltacak yöntemleri öğrenecek. Yani kaygıyı arttırmadan azaltmayı öğretemezsiniz. Önce kaygıyı hayal etmesini isteyeceksiniz. Mesela kaygı arttı, aklına geliyor. Düşüncelerinizi size söyleyecek. Sonra o düşünceler üzerinden çalışacaksınız. Dolayısıyla her bir birey için bu farklı bir şey. Ondan sonra da bu şahsı zihnen hazırladığımız zaman bu yetmez, çünkü hiçbir şey davranışa dönmeden evvel biz bunu tedavi ettik diyemeyiz. Onun için bir davranışa döndürmek için de sonuçta bir uçuşla taçlandırmak lazım.

İki tür uçuş korkusu var

Uçuş forbisi ya tek başına olabilir ya da genel bir kaygının parçası olabilir. Mesela agorafobi dediğimiz çıkışın imkansız olan olduğu yerlerde duyulan korku uçuş korkusunu da içine alır. Yani bu insanlar otobüsle de seyahat edemiyorlar, trenle de seyahat edemiyorlar işte deniz vasıtalarıyla da seyahat edemiyorlar. Buna biz agorafobi diyoruz. Bu uçuş korkusu onun bir parçası olabilir. Dolayısıyla size gelen kişinin önce başka bir kaygı bozukluğuna sahip olup olmadığını önce ayırt etmemiz lazım. Tek başına uçuş korkusu ayrı bir şey, genel bir korkunun parçası olarak ortaya çıkan uçuş korkusu farklı bir şey ve ikisinin tedavisi de aynı değil. Bedensel belirtiler çıkınca onları nasıl yöneteceklerini de öğretmemiz lazım. Dolayısıyla bunu yapacak kişinin gerçekten iyi eğitilmiş olması, kaygı ve belirsizlikle onu yönetmeyi çok iyi bilmesi lazım. Belirsizlik başa çıkılacak bir şey değil.

Belirsizlik, kaygı ve endişe

Ben COVİD zamanında bir kitap yazdım. Adı: Belirsizlikle barışmak. Kaygı ve endişeyi yönetmek. Mesela onun COVİD kısmını çıkarın. Sadece belirsizlik, kaygı ve endişe kısmını okuyun. Bütün kaygı ve endişe bozuklukları için geçerlidir, orada söylenen her şey. Biz şimdi birbiriyle aynı düşünen insanlar, aynı şeyleri hep aynı çevrede yaşadığınız zaman birbirimizden ne kadar beslenebiliriz ki? Çünkü biz bize konuşuyoruz. Yani bunu alın, günlük yaşamdan siyasete kadar götürün. Farklılıklar olacak ki ben farklılıklardan öğreneyim. Farklılık bizi aslında büyüten, geliştiren, yeni öğrenmeler sağlayan şeydir. İnsan türünün en önemli özelliği sadece düşünüyor olması değil. İnsanın en önemli özelliği düşünceleri ile hakkındaki düşüncelerin yani düşüncelerin var bir de bu düşünceleri gözden geçirdiğim bir zaman geliyor. Çünkü o düşünceler benim hayatımı belirliyor. Sonra yıllar geçtikçe bakıyoruz ki o düşünceler hakkında yeni düşünceler geliştiriyoruz ve hayatlarımız değişiyor.

İki kültürü birleştirenler verimli oluyor

Aynı kitabı 30 yaşında okumak farklı, 40 yaşında okumak farklı, 50 yaşında okumak farklı. Kitap değişmedi. Kim değişti? Biz değiştik. Dolayısıyla bu değişiklik nasıl oluyor? Değişik insanlar hayatlarımıza girmeseydi, değişik yerler olmasaydı biz 20’li yaşlarda neysek 50’de de o olurduk. İnsan ilişkileri sırasında hayatı öğreniyoruz. Şimdi seyahatte insan ilişkileri var. Farklı kültürleri tanımak, farklı yöreleri görmek, en önemlisi farklılıkları keşfedebilmek var. Ama birini ötekine üstün kılmadan, “Keşke burada yaşasaydım” duygusunu bunun içine yerleştirmiyorum. Çünkü bana göre ben bütün dünyayı dolaştıkça en sevdiğim şehrin İstanbul olduğunu düşünüyorum. Bütün kaosuna rağmen, bizim bu şehri bozmak için her şeyi yapmamıza rağmen. Bu şehir benim hala en çok sevdiğim yer. Umuyorum ki hepimiz daha tedbirli oluruz. Şehre daha saygılı oluruz. Çünkü büyük şehirleri kirletip kirletip sonra küçük yörelere kaçıyoruz. Dolayısıyla yani şehir ve o şehre duyulan, yaşadığınız yere duyulan daha doğrusu yaşadığınız ülkeye duyulan saygının ve verilen önemin sadakatin ben çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onun için hepimize bir şeyler düşüyor. Tabii ki insan aynı diyarda bulunarak bir şey öğrenemez. Yani başka yerlere de gitmemiz, görmemiz kıyas yaparken değersizleştirmeden, ama oradan da alınacak şeyler olduğunu bilerek, aldıklarınızı da buraya getirerek kendi hayatımıza ve başkalarının hayatına sokarak yapabiliriz. Benim hayat anlayışım böyle…

Hayat yalnızca bize verilmiyor, bizden isteniyor. Yani hayat sadece sana verilen bir şey değil, aynı zamanda senden istenen öğrendiklerini öğretmek gibi bir amacı olmalı insanın. Dolayısıyla yurt dışına gidiş, orada bir takım şeyleri görmek. Burada güzellikler var, orada güzellikler var, ikisini harmanlayıp siz çok daha anlamlı bir hayat yaşayabilirsiniz. Bence iki kültürü birleştiren insanlar çok daha verimli oluyor. Bizim kültürümüzle başka kültürleri görüp yani onları iyi harmanlayan, kimliğinden ödün vermeden, iyi harmanlayıp her zaman önümüzde daha iyi olmak için bir mesafe var. Herkes için, benim için de sizin için de herkes için de yani yolculuk bitmeyen bir şey. Dolayısıyla bu yolculuk sırasında oradan aldıklarımızı kendi hayatlarımıza başkalarının hayatlarına ekleyebilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Uzun uçuşlardan keyif alıyorum

Ben hiçbir zaman hafif bir valizle seyahat edebilen biri olamadım maalesef. Hayatta en çok arzu ettiğim şey hafif seyahat edebilmek. Görevlerim dolayısıyla hafif olamıyorum. Uluslararası görevim olduğu için bir dönem o kadar çok uçuyordum ki neredeyse pilotlar kadar diyebilirim. COVİD ile birlikte seyahatler azaldı, ama bir kere uçuş öncesi tehdit algısı algılıyorsunuz, ya çok güzel bir yere gidiyorsunuz, ama ya şuna ihtiyacım olursa ya buna ihtiyacım olursa diye… Bütün bunları bir dönem düşünüyorsunuz. Çok uçmaya başladığınız zaman artık zaten ezbere yapıyorsunuz. Çünkü neye ihtiyacınız olduğunu, neye de olmadığını anlıyorsunuz ve onları hazırlıyorsunuz. Çoğu zaman da bir şey unutmadığımı fark ediyorum. Mesela başka bir ülkeye gidiyorsun her şeyden önce ne gerekli? Prizler bizimkiyle aynı mı? Bu bile önemli, çünkü gittiğiniz anda her gittiğiniz otelde adaptör vermiyorlar size. Buna kadar düşünüyorsunuz, uçtukça öğreniyorsunuz. Uçuş fobisinin bir kısmı da uçuş sırasında oluşabilecek komplikasyonlar. Bavulum gelecek mi? Çok kez de başıma geldi. Bavulumun gelmediği oldu. Hele ara transferler varsa risk artıyor.

Uçuşun bir keyif olduğunu düşünüyorum. En çok uzun uçuşlarda keyif alıyorum. Çoğu kez iş için gittiğimden sunumuma hazırlanıyorum. Yaptıklarımı bir gözden geçiriyorum. Bazen hayat bizi çok sıkıştırıyor konuşmayı uçakta hazırlıyorum. Güneşle çıkıyorsunuz karanlığı görüyorsunuz, güneşin batışını görüyorsunuz, bazen aydınlanmasını görebiliyorsunuz. Bütün bunlar bence çok hoş duygular ve uçarken de ben hep heyecanlanıyorum. Çok yer gördüm ama tabii görülecek dünyada yerler bitmiyor. Seyahat, uçuş heyecan verici bir şey. Beni ne bekliyor, orada hoş şeyler olacak, nelerle karşılaşacağım?

Seyahatlerde insan tanımak en sevdiğim hobi

Gittiğim yerlerde yemek ilgimi çeken bir şey. Yeni tatlarla tanışmak tabii güzel, ama en çok yeni insanlarla tanışmayı seviyorum. Ben çocukluktan itibaren insan davranışlarına çok hassas birisiyim. Yani izlenimlemek, gözlemlemek gibi… Ama tabii ki tarih, kültür yani gitmeden ben o gideceğim yerle ilgili kafamda bir plan oluşturuyorum. Belli değerler olmazsa olmaz. Fakat onlar genellikle olmazsa olmaz 10 yer dedikleri yerler olmuyor. Böyle olunca çok turistik bir gezi oluyor. Genellikle davetle gittiğim için o bölgede yaşayan kişiyle orayı tanımak çok daha güzel oluyor. Yani yakınlarda mesela ben Seul’a gittim. Gittiğim zaman o eski evlerden aradım. Göremedim. Orada yaşayan biri alıp beni belli bir yere götürüp gösterene kadar. Onun için tabii o yörede yaşayan biriyle birlikte orayı keşfetmek, yöresel tatları deneyimlemek, yöresel insanlarla tanışmak benim için çok önemli.

Kırık kaburgalarımla Küba’ya uçtum

Küba’ya da ilk gittiğimde o bölgenin insanlarıyla gezdim. Yöreden insanlarla birlikte bir şeyler yapmayı seviyorum. Daha keyifli oluyor. Trafik kazasında omurgalarımı kırdıktan 10 gün sonra Küba’ya uçtum. Eğitim için söz vermiştim ve gittim. Kolay bir yolculuk olmadı ama yine de hiçbir şey alıkoymasın istiyorum. O yüzden de uçuş korkusu olan insanların ben bu halimle gittim siz uçuş korkusunu gelin tedavi olun ve yenin diyorum. Hayatın içinde keşfedilecek çok şey var. Tabi bu bahsettiğimiz şeyleri okuyanlar, “İmkanın var, gidiyorsun” diye düşünebilir. Doğru imkanı olmayan biri için uluslararası gidişler gelişler falan sadece bir hayal. Yani onların hayalleri içinde bile yok. Ekonomik koşulları düşündüğümüz zaman bu herkes için mümkün olan bir şey değil maalesef.

İmkanı olmayanlar için de ülkemizde gezilecek çok yer var en azından onu yapabilirler. Hava yollarımızın hizmetleri gayet güzel. İnşallah bu hizmet kalitesi korunur. Türk Hava Yolları için söylüyorum bunları. O yüzden hem kültür turizminin hem de aynı zamanda bilim turizminin giderek arttığı bir yerdeyiz. Evet fiyatlar arttı, ama yine de insanlar biraz da şöyle bakabilmeli, hayatta kalmak başka bir şey yaşamak başka bir şey. Yani hayatta kalmayı oynamamak gerek mümkün olduğunca…

Hayatta kalmak başka yaşamak başka

Yakın zamanda 2-3 seyahatim olacak. Bir tane Kazakistan seyahati var, bir tane başkan olduğum bir Avrupa Birliği’nin İtalya’nın Bolonya şehrinde bir toplantısı var. Uzun vadede ise Avustralya’da Brisbane var.

Ekonomik koşullar elverdikçe bol seyahat edelim, uçalım…

Exit mobile version