Ailedeki bir sağlık sorunu nedeniyle bir süredir İsviçre’deyim. 1970’den beri önce turistik, sonra iş ilişkileri nedeniyle pek çok defa gelmiş olduğum İsviçre’ye, son yıllarda oğlum ailesiyle Bern’de oturduğundan daha sık gelir oldum. Ancak on bir ay önce, korona salgını nedeniyle İsviçre sınırlarını Türk vatandaşlarına, çok özel durumlar dışında kapattığından, bu kez vizeye ek olarak verilen özel bir izinle gelebildim.
Genellikle pasaport memurları pek sempatik olmazlar. Bu kez de Zürih’te benzer bir durumla karşılaştım. Kadın pasaportuma baktıktan sonra pasavan tabir edilen ve İsviçre’nin İstanbul Konsolosluğu’nca tarafıma verilen belgeye baktı. Belgede, ailedeki sağlık problemi nedeniyle özel izinle seyahat ettiğim belirtiliyor, havayolu ve pasaport personelinden, tarafıma her türlü kolaylığın gösterilmesi talep ediliyordu.
Ancak, bu belge memureyi tatmin etmedi. Benden, pasavanı destekleyici belge istedi. Pasavanı İsviçre Konsolosluğu’ndan alabilmek için Zürih’te operasyonun yapılacağı hastaneden aldığım bir yazının dijital kopyası tesadüfen yanımdaydı ve onu gösterdim. iPad’den uzun uzun inceledikten sonra, sağlık sigortamı sordu. Daha ilk sayfasında korona tedavi masraflarını da kapsadığı yazan seyahat sağlık sigortamı kendisine verdim. İncelemesini bitirdikten sonra bu kez para durumumu sordu. Yanımdaki nakdi ve kredi kartlarını gösterdim. Sonunda bir şey söylemeden pasaporta mührü vurup bana uzattı. Biraz gerildim ama pasaport memurları söz konusu olduğunda, bazen ayıya dayı demek gerektiğinden, sesimi çıkarmadım.
Bildiğiniz gibi İsviçre dünyanın en zengin ülkelerinden biri… Milli geliri kişi başına 80 bin $ civarında. Türkiye’ninki ise 7500$’a doğru inişine devam ediyor. Doğası, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun dağlık bölgelerini andırıyor. Ancak, onlar dağlarda terörist kovalamaktansa kayak ve yürüyüş yapmayı tercih ediyorlar. Komşularıyla dostça ilişkileri var. Birinci Dünya Savaşı’nın başından beri ciddi bir tarafsızlık politikaları var. AB üyesi olmayan İsviçre, Schengen kapsamında olmayı ise tercih etmiş.
2006’da Birleşmiş Milletler’e katılan İsviçre’nin, dağ savaşlarında etkin bir ordusu var. Dağ taş oyulup sığınaklar yapmışlar. Ordunun %5’i profesyonel olup, geri kalanı her yıl bir süreliğine eğitim alan 20-34 yaş arasındaki erkek vatandaşlarından oluşuyor.
Ülkenin büyük bölümü (%63) kendine özgü bir Almanca konuşuyor. Kullandıkları sözcükler arasında bir miktar Fransızca’dan gelenler de var. Almanca isimlerin sonuna da hep Türkçe’deki ‘cik’ takısına benzer takılar koyuyorlar. Kıbrıs Türkçesi’nde yaygın olarak kullanıldığı gibi…
İkinci en yaygın dil Fransızca. Ülkenin batısında konuşuluyor. Ayrıca Tessin/Ticcino’da İtalyanca ve ülkenin doğusunda dar bir bölgede Romanca konuşuluyor. Romanca Latince’ye en yakın yaşayan dil. Latince’ye yakınlıkta daha sonra Romence ve İtalyanca geliyor.
Ülke dünyada düzgün, belki de tek çalışan konfederasyon. 8.3 milyon nüfusu olan bu ülkede yaşayanların %23’ü yabancı. Ancak vatandaş olabilmek için de ülkede on yıl yaşadıktan sonra başvuruda bulunabiliyorsunuz. Sonra da bazı sınavlardan geçmeniz gerekiyor.
26 kantondan oluşan bu yapının cumhurbaşkanı ve başbakanının ismi pek bilinmez ve fazla etkinlikleri yoktur. Asıl yetkiler kantonlara verilmiş. Başkent şu anda benim de bulunduğum Bern. Parlamento binasının bulunduğu meydanda ikinci önemli bina, merkez bankası binası. Hatta meydanda kapı numarası olarak ‘1’ merkez bankasına ‘2’ numara parlamentoya verilmiş. O kadar önemli… Parası son derece güçlü olan bu ülkede merkez bankasının bağımsız olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Ülkede doğrudan demokrasiye çok önem veriliyor. O nedenle belediye, kanton ve ulusal düzeyde sık sık referandumlar yapılıyor. Hatta en az nüfusu olan Appenzaeller Kantonu’nda (15 bin nüfus) halk meydana toplanıp, el kaldırarak referanduma katılıyor.
İsviçre çok eski bir ülke. 1291 yılında Schwyz, Uri ve Unterwalden isimli üç kantonun birleşmesiyle kurulmaya başlamış. Yani Osmanlı İmparatorluğu’dan önce kurulmuş. Zaten ülkeye adını veren de Schwyz Kanton’u… Schwyz’deki kuruluş müzesinde konfederasyona dahil olan tüm kantonlarla yapılmış antlaşmalar tek tek görülebiliyor. 1798-1815 arasında, yani Fransız Devrimi’nden sonra, bir süre tam, sonra da bazı özerkliklerle Fransız işgali altında kalmış.
İsviçre’nin bazı zafiyetleri de var. Kadınlara oy hakkı sadece 60 yıl önce verilmiş. Toplumun altyapısı ise kadının çalışmasını pek teşvik etmiyor. Ana okuldan itibaren saat 12:00 civarı sona eren eğitim sistemi, çalışmak ve yükselmek isteyen kadınlar için bir kabus…
Bu arada ilginç iki bilgi de vermek isterim. Bunlardan biri Heidi romanıyla ilgili. 1970’lere kadar fakir ailelerin çocuklarının bazıları çiftçilerin yanına karın tokluğuna çalışmak için verilirmiş. Bir çeşit kölelik. Bir teze göre de Heidi böyle bir kaderi paylaşan bir kız çocuğu… Yani Heidi romanındaki anlatım bir hayal, gerçek farklı.
İkinci bilgi ise Wilhelm Tell ile ilgili. Bize İsviçre’nin Avusturya’ya karşı direnişinin kahramanı olarak anlatılan Tell aslında İsviçreli değil. Kuzey Avrupa’da üretilmiş bir halk kahramanı. İsviçre ile alakası yok.
Ülke milli gelirinin en büyük bölümü hizmet sektöründen geliyor. Turizm, finans ve sigortacılık bunların en önemlilerinden… Büyük küçük her bankada Türk çalışanlara rastlamak olası. Bilin bakalım neden?
İsviçre’de pek çok uluslararası şirketin de önemli bölge ofisleri bulunuyor. Bunların bir kısmı İsviçre sermayesi, bir kısmı da yabancı sermayeli… Bu şirketler ülkeye refah getiriyor.
Bilime de çok önem veriliyor. Zürih’teki ETH isimli teknik üniversite, Basel Üniversitesi, St Gallen Üniversitesi, Zürih Üniversitesi, Lozan’daki EPFL dünya çapında üne sahip…
İsviçre’de beni en çok etkileyen ise demiryolu şebekesi… Bu kadar dağlık ülkede, her yere, hatta pek çok dağın tepesine demiryolu döşemişler. Köprülerin ve tünellerin de haddi hesabı yok. Bu ufacık ülkede 4,000 km civarında yüksek standartta faal demiryolu var.
İsviçre mutfağı deyince akla fondü, raklet, rösti gibi yemekler geliyor ama bence asıl özellikleri peynirleri… Ayrıca çikolataları da çok meşhur ve ülke dışında pek bilinmese de çok kaliteli şarapları var.
İsviçre, edebiyat dünyasına da önemli katkılarda bulunmuş bir ülke. Jean-Jacques Rousseau, Friedrich Dürrenmatt, Max Frisch bunların en tanınmışları. Bence İsviçre’de doğmuş bir Alman vatandaşı olan Paul Klee de en meşhur ressamları…
Küçücük İsviçre hakkında daha pek çok şey anlatılabilir, ama ben yazımı dönemin güncel konusu korona ile sonlandırmak istiyorum.
Ülke bugüne kadar, korona konusunda pek çok Avrupa ülkesinden farklı davrandı. Daha az kısıtlama ile ekonomik ve sosyal yaşamı sürdürmeye çalıştı. Bu nedenle nüfusa oranla can kaybı, başarılı Avrupa ülkelerine oranla biraz daha yüksek oldu. Her ne kadar bazı kantonlarda yoğun bakım ünitelerinde kritik doluluk oranlarına ulaşılmışsa da, ciddi bir sorunla karşılaşmadılar. İsveç’teki gibi bir felaketle de karşılaşmadılar.
Şu ana kadar 540,000 vaka ortaya çıkmış, 9,600 civarında kişi korona yüzünden ölmüş. Epey paragöz olan İsviçreliler, bazı riskleri hesap ederek bu durumu kabullendiler. Zenginlik nedeniyle de darda kalan esnafa ve işsiz kalan çalışanlara ciddi destek olabildiler. İhtiyacı olanın iban numarasına devlet hemen parayı havale ediyor.
Şu anda da market vb yerler dışında kentlerde pek çok yer kapalı ama kayak merkezlerinin de büyük kısmı açık. Halk maske ve sosyal mesafe konusunda oldukça dikkatli. Zaten ülkede fazla büyük kent ve nüfus yoğunluğu olmadığından bu konularda fazla zorlanılmıyor.
Salgın esnasında açık kalmasına çok önem verdikleri yerler ise okullar. Kreşlerden yüksek okullara kadar her yer açık. Zaten 15 yaşına kadar hastalığı kapma oranının çok düşük olduğu, çocukların birbirlerine ve büyüklere bulaştırma oranının çok düşük olduğu bilimsel olarak belirlenmiş. Gelecek nesillerin eğitimde kayba uğramamasını adeta ülkenin beka sorunu olarak görüyorlar. Politikacılarımıza, doktorlarımıza, öğretmen sendikalarına ve ebeveynlere buradan önemle duyurulur. Biz okullarımızı kapalı tutarak geleceğimizi yok ediyoruz.
Bir not da Türkiye’nin sağlık politikalarını düzenleyenlere… İsviçre’de 65 yaş üstüne ev hapsi uygulaması yapılmıyor. Zaten dünyada Türkiye’den başka bir ülkede de örneği yok sanırım.
İsviçre’de korona vakalarının %20’sini İngiliz varyantı oluşturuyor ve bu yüzden hızla artıyor. Aşılama istenilen tempoda gitmiyor. Ancak, kısa zamanda bu sorunun aşılacağı kesin gibi. Şu ana kadar İsviçre’de de üretilen Moderna, Pfizer/BioNTech, Astra Zeneca, Curevac ve Novavax aşılarından toplam 32.8 milyon aşı için bağlantı yapmış durumdalar. Ayrıca değişen şartlara göre bu havuzu genişletmek için başka firmalarla da görüşüyorlar.
Doğal güzellikleri dışında hiçbir zenginliği olmayan İsviçre, yüksek eğitim düzeyi, oturtmuş olduğu demokrasi ve hukuk sistemi, bilime ve sanata verdiği önem ve tarafsızlık politikasıyla dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmuş. Politikacıların ve toplumun ahlak düzeyi, hırsızlık ve yolsuzluğun çok düşük olmasının da, doğal olarak bu başarıda katkısı var.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.