Bu yazımızda ülkemizin ilk yerli üretimi olan Devrim otomobilinin Motor Şanzıman Grubu ekibinde yer alan, proje ekibinin hayatta kalan son temsilcisi Yüksek Mühendis Şecaattin Sevgen Bey’i ve Devrim otomobilinin kısa hikayesini kaleme aldık. Şecaattin Bey’in ismini ilk kez 1991 yılında duymuştum. 1991 yılının Temmuz ayında 1 ay Işık Makina’da staj yapmıştım. Fabrikanın dört sahibinden üçü hayattaydı. Biri, o zaman bana uçak üretmem, idealist olmam konusunda daima nasihatlerde bulunan rahmetli Şükrü Er Beyefendi idi. Kendisi bildiğim kadarıyla Makine Mühendisleri Odasının 8. üyesiydi. Birçok tarihi olaya tanıklık etmişti. Özellikle de uçak fabrikalarının bir bir kapanışına. O yıllarda neden Şükrü Bey bana bunları anlatıyor diye şaşırıyordum. Acaba benim bir gün bu uçakları üretecek grubun başında olacağımı görmüş müydü? Aklıma geldikçe keşke Şükrü Bey’i biraz daha dinleseydim, anlattıklarını not etseydim diyorum. O yıllarda bu kapsamdaki konuşmaları anlamsız buluyordum. Çünkü ben daha makine mühendisliği öğrencisiydim. Ben ne yapabilirim diyordum. Şirketin diğer iki ortağı Şecaattin Sevgen Bey ve Paşa Bağdatlı Bey idi. Ama onlarla pek muhabbetim olmamıştı. Şecaattin Bey’in Devrim otomobilinde yer aldığını bilmiyordum. Hatta Devrim otomobilinden bile haberim yoktu. Durum bundan ibaret. Bir tesadüf eseri Şecaattin Bey’in damadı Cemal Geçilmez Bey ile tanıştım. Şecaattin Bey ile Devrim otomobili eşleştirmesini duyunca, “Şecaattin Bey Işık Makina’nın ortağı olan Şecaattin Bey mi?” diye sormamla başladı. Sonrasında randevu alarak, 97 yaşında olan ve hâlen berrak bir hafızaya sahip Şecaattin Bey’i ziyaret etmem mümkün oldu. Biraz ağır işitme dışında yaşına göre oldukça dinçti. Allah (c.c.) hayırlı, sağlıklı uzun ömürler versin. Kendisiyle ve aile fertleriyle güzel bir sohbetimiz oldu, birçok konuyu görüştük.
Şecaattin Sevgen Bey, 1926 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiştir. Aile fertlerinin birçoğu Ermenilerin doğuda yaptıkları katliamda hayatlarını kaybetmişlerdir. Babası, Emekli Albay Nizamettin Sevgen Bey’dir. Nizamettin Bey askeri okula ara verip İstiklâl Harbi’ne katılmıştır. Harp sonrasında çeşitli yerlerinden yaralanmış olarak dönüp tahsiline devam etmiştir. İstiklâl Madalyalı gazi unvanına sahiptir. Şecaattin Bey, ilkokul tahsiline babasının üsteğmen olarak görevli bulunduğu Mecitözü İlçesi’nde başlamıştır. Sonrasında babası 1932 yılında Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na bağlı Ağır Makinalı Tüfek Bölük Komutanlığına atanınca Ankara’ya taşınmışlardır. İlkokul 5’inci sınıfa kadar Çankaya İlkokulunda okumuştur. İlkokul mezuniyeti sonrası, 6’ncı sınıftan itibaren Ankara Erkek Lisesine devam etmiş, Atatürk Lisesi açılınca oraya geçmiştir. Bu yeni liseye ilk girenlerden olmuş ve 1943 yılında mezun olmuştur. O yıllarda üniversiteye girmeden önce doktor raporu almak gerekiyordu. O sene çok çalışmaktan gözünde bir konjonktivit oluşmuş ve bu nedenle Numune Hastanesinde sağlık raporu alamamıştır. Boş kalmamak için 1943’te yeni açılan ve sağlık raporu istenmeyen Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nde öğrenimine başlamıştır. Ama aklında hep İstanbul’daki Yüksek Mühendis Mektebi vardır. 1944 yılında Yüksek Mühendis Mektebinin sınavına girip kazanarak Makine Mühendisliğinin yatılı öğrencisi olmuştur. Yüksek Mühendis Mektebi olan okulun ismi Şecaattin Bey’in başladığı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) olarak değişmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesinden 1949 yılında Makine Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuştur. Sonrasında mecburi hizmet kapsamında 1950 yılında Karayolları Genel Müdürlüğüne bağlı Trabzon’daki Karayolları 10’uncu Bölge Müdürlüğünde Makine İşletme Şefi olarak işe başlamıştır. 1951 yılında askere gitmiş ve Ankara’da İnşaat Emlak Dairesinde görevlendirilmiştir. Askerlik sonrası Tarım Bakanlığına ait Devlet Üretme Çiftlikleri (DÜÇ) Genel Müdürlüğüne iş başvurusu yapmış ve hemen işe alınmıştır. DÜÇ Ana Tamir Fabrikasında tüm Anadolu’dan gelen tarım araçlarının yıllık bakım ve onarımları yapılıyordu. Burada çalışması Şecaattin Bey’in mesleki kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada tam manasıyla çıraklık dönemi yaşayarak tecrübe kazanmıştır. 1955 yılında TCDD Meslek Lisesi mezunu, Ankara Gar Müdürü İhsan Demiryol’un kızı Yurdungülü Suna Hanım ile evlenmiştir. Ali Sinan ve Berrak Sedef isimlerinde iki çocukları dünyaya gelmiştir. Şecaattin Bey 1961 yılında, TCDD Cer Dairesi bünyesinde Motor Depo Müdürlüğü’nde, trenlerin motor ve frenlerinin bakımından sorumlu mühendis olarak işe başlamıştır. Bu müdürlük, Atatürk (Gazi) Orman Çiftliği’nde eskiden Türk Hava Kurumu (THK) Gazi Motor Fabrikası olan yerin bitişiğinde konumlanmıştı. Cer Arapça’da “çekmek, sürüklemek” anlamına gelmektedir. 1950-1960 yılları arasında, TCDD çalışanları arasında, lokomotiflerin teknik bakımının yapıldığı ve yenilerinin imal edildiği fabrikalara “Cer Atölyesi” denirdi.
Bilindiği üzere 27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk askeri darbe gerçekleşmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay yönetime el koymuştu. Emekli Orgeneral Cemal Gürsel’in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlenmişti. O günlerde ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak bir otomobil yapılması gündeme gelmişti. Meraklı bir kişiliğe sahip olan Cemal Gürsel Paşa’nın kişisel çabasıyla yerli otomobil projesi başlatıldı. O günün imkanlarıyla proje için ancak 900 bin lira temin edilebildi. Kurulan ekibin başına Emin Bozoğlu getirilmişti. Emin Bey Amerika’da tahsil görmüş, emekli subay bir mühendistir. Emin Bey, çok ciddi, ekip çalışmasına yatkın ve herkesin güvendiği bir isimdir. Kendisinin önderliğinde, 23’ü mühendis, ustabaşılarla birlikte toplam 30 kişiden müteşekkil bir Proje Çalışma Ekibi kurulmuş ve çalışma merkezi olarak Eskişehir seçilmiştir. İşte Türkiye’mizin ilk yerli otomobilinin üretilmesinde öncü olan bu ekipte çok genç olan Şecaattin Sevgen Bey de yer almıştır. Onun görev alanı Motor Şanzıman Grubudur. Proje kapsamında iki tip motor üzerinde çalışmaya karar verilmiştir. Şecaattin Bey kendi önerdiği, yandan supaplı, L kafalı tipte motor üretimi için görevlendirilmiştir. İlk olarak mesai arkadaşı baş mühendis Rıfat Serdaroğlu ile beraber Sivas’taki TCDD Fabrikasına giderek motorun silindir kafasının, bloğunun ve döküm parçalarının çalışmalarını yürütmüştür. Burada tersine mühendislik uygulayarak motor tasarımını başarıyla gerçekleştirmiş ve imalat resimlerini dökümhaneye vermişlerdir. Dökümler sorunsuz üretilmiş ve testleri başarıyla geçmiştir. Talaşlı imalat kısmı ise TCDD’nin Eskişehir’deki fabrikasında ve Ankara’da yapılmıştır. Nihayetinde motorlar başarıyla üretilmiş, Ankara’da Şecaattin Bey tarafından çalıştırılmıştır. Sonrasında otomobillere takılmıştır. Şecaattin Bey yoğun olarak Sivas, Ankara ve Eskişehir’de çalışmıştır. Diğer motor da bu ilk prototiplere yetişmemesine rağmen kısa bir süre sonra o da başarıyla tamamlanmıştır. Aynı anda iki farklı tip motor çok kısa bir sürede hem tasarlanıp hem de üretilebilmiştir. Günümüzle kıyaslamayı sizlere bırakıyorum. Normalde dünyada hiçbir fabrika, böylesine kısa bir sürede, hem motor hem de arabayı üretemez. Ülkemizin yokluk döneminde 129 gün gibi çok kısa bir sürede 4 prototip otomobil üstün başarıyla üretilmiştir.
Eskişehir’de üretilen otomobillerden siyah ve bej renkli olan iki otomobil 29 Ekim törenleri için Ankara’ya nakledilecektir. Trendeki güvenlik kuralları gereği otomobillerin depolarında benzin bulunmamalıydı. Bu nedenle, lokomotif kömürlü olduğu için kıvılcım saçabilir düşüncesiyle, benzin depoları boşaltılmıştır. Araçlar Ankara Demiryolu Fabrikası’na indirilmiş, burada manevra için depolarına yalnızca birkaç litre benzin konulmuştur. Asıl benzin ikmali Meclis’e geçilirken yapılacaktır. 29 Ekim 1961 sabahında eskort polisler gelmişlerdir. Polislere benzin almamız lazım denilmesine rağmen onlar dinlememişler doğrudan Meclis’e gidilmiştir. Siyah araba Meclis’in önüne park eder ve halk başına toplanır. İçinde yeterince benzin olmadığı için, bu karmaşa ortamında, kâğıttan huniyle içine benzin koymaya çalışırlar. Sıkıntılı bir ortam oluşur. Bu esnada Şecaattin Bey ve bej renkli prototip araç kenarda nöbette beklemektedir. O sakin ortamda bej arabaya biraz benzin konulmuştur.
Cemal Gürsel Paşa, siyah arabaya biner ve belli bir yere kadar giderler. O esnada Paşa, “Dur yahu neden diğer arabayla beraber gitmiyoruz?” deyince, tekrar Meclis’in önüne gelip bej arabayı da alıp konvoy yapmak üzere dönerler. Siyah araba geriye dönüp Meclis’in önüne geldiğinde benzini biter. Aracı kullanan Rıfat Serdaroğlu aracı çalıştırmak için uğraşmış ama tekrar çalıştıramamıştır. Cemal Paşa’nın söylediği “Garp kafasıyla araba yaptık, şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk.” sözleri halen kulaklarda yankılanmaktadır.
Bir polis koşarak Şecaattin Bey’e gelir “Diğer araba durdu; sen gideceksin.” der ve arkasından Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile Ulaştırma Bakanı Orhan Mersinli, Şecaattin Bey’in kullandığı arabaya binerler. Cumhurbaşkanı’nın, “Delikanlı senin benzinin var mı?” sorusuna karşılık, Şecaattin Bey, “Biraz koyduk!” der. Bunun üzerine Şecaattin Bey, Cumhurbaşkanını ve Ulaştırma Bakanını alıp Anıtkabir’e götürür. O sırada siyah arabaya da benzin alınmış ve hipodromdaki resmi geçitte kullanılmıştır. Tören sorunsuz tamamlanmıştır. Sonrasında arabalar fabrikaya gönderilmiştir. Törenin yarıda kaldığı şeklindeki bilgiler doğru değildir. O günkü basına birileri tarafından daima olumsuz haberler yaptırılmaktadır. Gerçi “Bugün farklı mıdır?” sorusu akla gelmektedir.
Şecaattin Bey bu olay sonrasında bir daha toplanmadıklarını, ekipteki herkesin adeta dünyaya küstüğünü söylemektedir. Genelde çok para harcandı vurgusu yapılmaktadır. Gazetelerde olumsuz haberler çıkmaktadır. O kadar küsmüşlerdir ki çok para harcandı filan denince, “Biz o çalışmalarımızla ilgili harcırah, yol parası, fazla mesai hiçbir şey istemiyoruz!” demişler ve para almamışlardır. Devrim konusunda suskunluk yıllarca sürüp gitmiştir. Zaman zaman merak ile konuyu inceleyenler olmuştur fakat çok fazla bir şey yapılamamıştır. Ama acıklı bir deneyim olarak hafızalarda yer almıştır. “Neden engellendi, neden devam edilemedi?” soruları hep akıllarda kalmıştır. Halen de konuşulmaktadır.
Sonrasında Şecaattin Bey 1964 yılının Kasım ayında Işık Makina Şirketine ortak olmuştur. Bu görevine 2002 yılına kadar aktif olarak devam etmiştir. Çok başarılı işler gerçekleştirmiştir. Bu alanda da ülkemize örnek olmuş, insan yetiştirmiş, ülke ekonomisine katkı yapmıştır. Ben staj yaptığım kısa sürede bile şirketin üst seviye bir şirket olduğunu gözlemlemiştim.
Devrim otomobili fırsatı kaçmıştır. Çünkü birileri bu projenin devamını istemiyordu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in karşısında o kadar büyük bir karşı güç vardı ki, daha fazla projeye devam etmesi mümkün olmadı. O kadar büyük bir karşı çıkışa maruz kalınca belki de projeyi başlattığına bile pişman olmuştur.
Bilindiği üzere Devrim otomobili 129 gün gibi çok çok kısa bir süre içinde üretildi. Bu proje, ülke insanının çok kısa sürede neleri başarabileceğinin kanıtıdır. Eğer bugün proje devam etseydi kanaatim dünyada otomobil konusunda çok ileri ülkeler arasında yer alacaktık. Markamız olacaktı. Türkiye’nin teknolojik gelişimi daha da hızlanacaktı. Maalesef bu tarihi proje şahsi menfaatlerini milletin menfaati üzerinde tutan bir avuç zümre tarafından sekteye uğratılmıştır. Kimlerin olayı sabote ettiği dikkatli analizlerle ortaya çıkarılabilir. Burada amaç konuyu tekrar açmak, birilerini suçlamak değildir. Geçmişten ders almaktır, oynanan oyunları görmektir. Burada daima uyanık olmak gerektiği aşikârdır. İçte ve dışta bir grup her zaman bu tür faaliyetleri engellemeye çalışabilir. Bunu yaparken de faydalı bir şeyler yapıyormuş gibi gözükebilirler. Farklı fikirlerle gelip kafaları karıştırabilirler. Eleştiriler çok mantıklı gelebilir ama dikkatli olmak, ileriyi görmek ve bu doğrultuda hareket etmek gerekir. Ayrıca bu projede hiç bulunmamış insanlar da bu projede görev almış gibi gösterilmiştir. Ne yazık ki halen de gösterilmeye devam etmektedir. Bu gibi yanlışlara son verilmelidir. Projeyi yapanlar ve kimlerin görev aldığı çok net bellidir. Konuyu sulandırmamak, mecrasından çıkarmamak gerekir.
Sonuçta çok önemli bir proje akamete uğratılmıştır. Türkiye’mize yazık olmuştur. İnsanımıza yazık olmuştur. Dünyada çok önemli bir güç olmamız mümkünken, ancak 62 yıl sonra 2023 yılında ilk yerli otomobilimiz hayata geçmektedir. Ne acıdır ki otomobil hayalimiz 62 yıl ötelenmiştir. Türk insanı bu hainliği asla unutmamalıdır. Çıkaracağımız ders; teknoloji geliştirmek çok zor olduğu gibi, geliştirilecek teknolojiyi iç ve dış düşmanlara karşı korumak da bir o kadar güçtür. Mücadele çok yönlü olmalıdır. Uyanık olmak iç ve dış oyunlara kanmamak gerekir.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.