Pek çok tanıdığım tarafından bana Avrupa’da görülmesi gereken yerlerden biri olarak anlatılan Colmar’a, 3 Mayıs 2024’te Bern’de yaşayan oğlum ve arkadaşıyla birlikte günübirlik gitme olanağım oldu.
Colmar, günümüzde Fransa toprakları içerisinde kalan 68 bin nüfuslu bir kasaba. Yüzyıllardır Fransa ile bugünkü Almanya’nın öncülü devletler arasında el değiştirmiş olan Alsace (Alsas) ve Lorraine (Loren) bölgelerinden Alsace’da. Bu bölgelerin Almanca isimleri de var; Elsass ve Lothringen.
Alsace, Almanya ve İsviçre’ye komşu. Almanya ile sınırını Ren nehri oluşturuyor. En büyük şehri Strasbourg (Strassburg). Bölgede konuşulan yerel dil Almanca’nın bir alt grubunu oluşturan Svabiaca (Schwaebisch) dialektine çok yakın olan Alsasca. Ancak, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu dilin yasaklanması sonucu, Fransızca ağırlığını hissettirmeye başlamış. Fakat, yaşlıların hala büyük çoğunluğu aralarında Alsasca konuşuyormuş. Savaş sonrası yasaklanan Alsasca 1970’lerde yeniden tolere edilmeye başlanmış. 1985’te ise nihayet yerel dil olarak kabul edilmiş.
Aslında bu Alsasca konusu da biraz enteresan. Zannederim Fransızlar ‘Almanca’ dememek için bu ifadeyi tercih ediyor. Tıpkı Yunanların Batı Trakya Türklerine Lozan Anlaşması’nı bahane ederek Türk azınlık yerine Müslüman azınlık demeleri gibi.
Bern-Basel arası trenle bir saat kadar sürüyor. Basel’in ana istasyonuna vardığımızda binanın Fransa’ya giden trenlere ayrılmış olan tarafına geçtik. İsviçre’deki trenlerin yanında oldukça bakımsız ve eski bir görünüm arz eden Fransa demiryollarının (SNCF) bir trenine bindik. Tren platformdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Fransa sınırını geçtik. Mulhouse’da (Mülhausen) durduktan sonra yola devam ettik. Sanırım Fransa’nın fazla gelişmemiş olan bölgelerinden birindeydik. 40 dakika süren bir yolculuktan sonra Colmar’a ulaştık. Tren ise Strasbourg’a doğru yoluna devam etti.
Almanların inşa etmiş olduğu garda trenden indikten sonra, yaya olarak Colmar’ın tarihi kent merkezine doğru yürümeye başladık. İstasyondan kalkan belediye otobüslerinin üzerinde, gidilecek yerlerin hem Fransızca hem Almanca yazması dikkatimi çekti.
On beş dakika sonra kent merkezindeydik. Colmar, Katolik Fransa’da Protestan olma özelliğine sahip bir kasaba. Şarlman İmparatorluğu’nun, 814 yılında imparatorun ölümü sonucunda parçalanmasının ardından Alman ve Fransız etki alanlarının arasında kalmış. Ayrıca, tüm Alsace ve Lorraine bölgeleri gibi sürekli savaşlar ve işgallerle uğraşmış.1632’de 30 yıl savaşlarında İsveç ordusu tarafından bile işgal edilmiş.
Fransızlar Colmar’a ilk kez 1673’te 14. Louis zamanında gelmişler. 1871’de Alman İmparatorluğu’nun bir parçası olan Colmar, I. Dünya Savaşı sonunda Versay Anlaşması ile yeniden Fransa’ya geçmiş. II. Dünya Savaşı esnasında tekrar Alman, 1945’te Almanya’nın savaşı kaybetmesi sonucu tekrar Fransız toprağı olan Colmar, Avrupa Birliği’nin de kurulması sayesinde bu sürekli sınır değişikliklerinden şimdilik kurtulmuş gibi görünüyor.
Colmar pek çok orta Avrupa kenti gibi tarihi kent dokusunun korunmasına özen gösterilen bir kasaba. Dolayısıyla İstanbul’da İstiklal Caddesi’ne yapılan AVM gibi bir bina görmek olanaksız. Tarihin bir cilvesi sonucu olacak, yüzyıllarca değişik saldırılara maruz kalmış olan Colmar, son dünya savaşında hasar görmemiş, ne kara ne de hava bombardımanına uğramış. Bu sayede özgün mimarisini korumuş ve günümüzde turistik bir kasaba haline gelmiş.
Colmar, Ren kıyısı boyunca uzanan Alsace şarap rotasının da geçtiği bir yer. Serin iklimi nedeniyle kırmızıdan çok beyaz şaraba uygun üzümlerin yetiştirildiği bir bölge olan Ren nehrinin hem Almanya hem Fransa tarafında pek çok bağ var. Ticari kafa yoksunluğundan olacak, her iki ülke de, bizler gibi kuru üzüm üreteceklerine, şarap üretip satmayı tercih ediyorlar. Dünyaca bilinen Riesling, Sylvaner, Pinot Blanche, Pinot Gris bu bölgenin tanınmış şaraplık üzümlerinden. Ayrıca desert şarabı olarak Gewürztraminer ve köpüklü şarap olarak, bazen şampanyadan bile iyi olduğu iddia edilen, Cremant d’Alsace da bu bölgeden.
Alsace’a gidip Flammkuchen yemeden olmaz denmişti. Biz de öğle yemeğinde bu yerel yemeği tatma olanağı bulduk. Yanında da bir yerel beyaz şarap içtik. Alsace Almancası’nda ‘Flammekueche’, Fransızca’da ‘tarte flambee’ olarak da adlandırılan bu yemek, domates sosu olmayan bir çeşit pizza. Malzemelerin altına krem peynirli bir sos sürülüyor.
Flammkuchen’in pizzalarda olduğu gibi pek çok çeşidi var. Gruyer peyniri, mantar çeşitleri ve Münster peyniri ile yapılanlar daha geleneksel olarak kabul ediliyormuş. Tatlı niyetine yenilen, üzerine elma, mavi yemiş (blueberry) ve tatlı likörler konulan çeşitleri de varmış.
Bence Flammkuchen’in püf noktası hamurunun son derece ince ve çıtır çıtır olmasında. Geçenlerde İstanbul’da Cemil Topuzlu Caddesi’nde ısmarladığım menüde Flammkuchen adı verilen yemeğin, yanlış hamur seçimi nedeniyle, pizzadan en ufak bir farkı yoktu.
Colmar’a gittiğimiz gün hava serin ama şansımıza yağışsızdı. Dolayısıyla ara sıra kahve molası vererek, üşümeden kasabayı gezmek mümkün oldu.
Colmar’ın içinde pek çok kanal da var. Bunların bir kısmında küçük teknelerle gezmek mümkün. İll nehrinin bir kolu olan Lauch kıyısında kurulmuş olan kasabanın ‘Küçük Venedik’ adı da verilen bölgesinde, zamanında sebze bahçesi sahipleri, balıkçılar ve tabakhane sahipleri oturur ve kanallardan yararlanırmış. Bugün kanallar artık sadece bir turistik atraksiyon.
Bir kanalda biz de kısa bir tur yaptık. Tekneyi kullanan aynı zamanda rehberlik de yapıyordu. Anlattığı bir anekdotu sizinle de paylaşmak istiyorum.
Colmar’da bekar kızların oturduğu evler, panjurlarıyla diğer evlerden ayrılırmış. Bu evlerde, panjurların ortasındaki, açıp kapatmak için kullanılan, bir de fark edilmeden dışarısını görmeye yarayan oyuntular kalp şeklinde yapılırmış. Kızlara kısmet çıktığında ise evin panjurları değiştirilirmiş.
Bazı evlerin pencerelerinin altında çarpı işaretleri olduğu dikkatimi çekti. Anlatıldığına göre bunlar da doğurganlık işaretiymiş. Çok çocuklu ailelerin evlerinde olurmuş. Dolayısıyla kanal kıyısındaki eski zengin ailelerin evlerinde çarpı işaretine oldukça sık rastlanıyor.
Colmar’lı ilginç şahsiyetlerden biri, Georges-Charles de Heeckeren d’Anthès. Bir Fransız subayı olan d’Anthes, 1837’de ünlü Rus şairi Puşkin’i bir düelloda öldürmesinden dolayı meşhur olmuş. Hikayesi de şöyle… Bir subay olan ve Fransa’daki devrimler sürecinde Rusya’ya gitmek zorunda kalan d’Anthes, başkent St. Petersburg’da Puşkin’in güzel ve flörtöz karısı Natalia ile birlikte olmaya başlamış. Olay duyulunca durumu kurtarmak için Natalia’nın bekar kız kardeşi Yekaterina ile evlenmiş. Ancak Natalia ile ilişkisini devam ettirince, bacanakların arası iyice açılmış. 27 Ocak 1837’de yapılan bir düelloda da Puşkin’i ölümcül bir şekilde yaralamış. St. Petersburg’daki ünlü Peter ve Paul Kalesi’nde zindana atılan d’Anthes’i, ölmeden önce Puşkin her şeye rağmen affetmiş. Zindandan çıkan, ancak Rusya’da düello yasak olduğundan eşini de alarak Alsace’a geri dönmek zorunda kalan d’Anthes daha sonra Fransız senatosuna bile seçilmiş ve 1895’te 83 yaşında aile evinde ölmüş. Öldüğünde aile evi yeniden Alman (Prusya) topraklarına dahil olmuşmuş. Dedik ya Alsace ve Lorraine’in kaderi…
Colmar’da dolaşırken albenisi çok yüksek nugat (koz helva) satan tatlıcılar da mutlaka dikkatinizi çekecektir. Bu dükkanlardan isteğiniz nugat çeşidini seçip Türkiye’ye getirebilirsiniz. Buzdolabına konmamak kaydıyla altı ay dayanabiliyormuş. Ancak, bizim gibi albenisine kapılıp alım yaparken fiyatını atlamayın. Kilosu 70 euro civarında! Yani kaliteli bir etten bile pahalı. Biz oradan aldığımız nugatları şimdi İstanbul’da idareli bir şekilde bir gün koklayarak, ertesi gün fındık kadar bir parça kopararak tüketiyoruz. Nitekim daha sonra internet’te yaptığım bir araştırmada Chez Tante Alberte (Alberte Teyzenin Evi) isimli bu patiserinin turist tuzağı bir yer olduğunu öğrendim. Yine de biz Alberte Teyze’yi öldürelim ama hakkını da yemeyelim, o nedenle Tante Alberte’nin nugatlarının son derece kaliteli olduğunu da söylemeliyim.
Colmar, katedrali, kapalı çarşısı, kafeleri, pastaneleri, restoranları, müzeleriyle, tarihi 13. yüzyıla kadar giden evleriyle biblo gibi bir kent. Herhangi bir nedenle Basel veya Strasbourg’a yolu düşenlere günübirlik gitmek için rahatlıkla önerilebilir. Genelde fiyatlar artık Türkiye’den pahalı da değil.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.