Danimarka’yı anlatmaya, bazı rakamsal bilgilerin de yardımıyla devam ediyorum.
Danimarka Ekonomik Özgürlük Endeksi’nde dünyada ilk 10, Avrupa’da ilk 6 içerisinde. Nüfusuna göre dünyada yüksek öğrenim görmüş kişi sayısı açısından %81.24 ile birinci. Ancak bunların çok büyük çoğunluğu yüksek meslek okulları mezunu. Gereksiz üniversite mezunu yaratmamaya büyük özen gösteriyorlar. Ülkede toplam üniversite sayısı sadece sekiz! Bizdeki gibi sayıya değil kaliteye bakıyorlar.
Doğal olarak bilimde tıpkı daha önce anlattığım İsviçre gibi çok başarılılar. Değerli bilim insanları yetiştirmişler. Bilim tarihine atomun yapısı ve kuantum fiziği konusundaki araştırmalarıyla geçmiş olan Niels Bohr bunlardan en tanınmışı. Anlatıya göre Niels Bohr atom üzerinde yoğun çalıştığı sıralar bir gece rüyasında bir atom çekirdeğinin etrafında alevler saçarak dönen elektronları görüyor ve uyanıp gördüklerini not ediyor. Danimarka’dan Niels Bohr dahil 14 bilim insanı Nobel’e layık görülmüş. 86 milyonluk Türkiye’de bu rakam 1 (yazıyla bir). Şimdilik bir tek Aziz Sancar… Ancak, Türkiye’den yurtdışına göç etmek zorunda kalan pek çok değerli beyin nedeniyle bu rakamın önümüzdeki on- yirmi yılda artması pek muhtemel.
Danimarka’da eğitimin ilk on yılı zorunlu ve ücretsiz. Her yüksek okul öğrencisine ise ayda 900 ABD doları civarında destek veriliyor. Okuma yazma oranı %99. Eğitim yaşam boyu devam ediyor. Devlet bu konuda sınırsız olanaklar tanıyor. Çalışanların ekonomik nedenlerle işsiz kaldıkları veya meslek değiştirmelerinin gerektiği durumlarda devlet, sendikalar ve özel sektörün katkı yaptığı kurumlarda yeni meslekler konusunda eğitim veriliyor. Zaten Danimarka’da çocuklar/gençler ve yetişkinler için iki ayrı eğitim sistemi var.
Kopenhag’da yaşayan 53 yıllık bir arkadaşım, bir gazetede uzun yıllar matbaa şefi olarak çalıştıktan sonra, bu meslek fiilen sona erdiğinden işsiz kaldı. Ancak derhal bir eğitime alınarak yeniden teçhiz edildi. Bu eğitim süreci sonucunda, karbon salınımı üretmeyen yakıtlar üzerinde çalışan Danimarka’nın dünyaca bilinen tanınmış firmalarından Topsoe’de işe başladı. İşi esnasında da eğitimi uzunca bir süre devam etti. Yaşam boyu eğitim sistemi sayesinde, üçüncü sanayi devrimine uygun bir işten, dördüncü sanayi devrimine uygun bir işe geçiş yapmış oldu.
Danimarka’da sağlık sistemi tamamen yerel yönetimlerin kontrolünde. Vergilerle finanse edilen sağlık sistemi israfa pek fırsat tanımıyor. Gereksiz tedavi ve müdahalelerden kaçınılıyor. 88 yaşında, Alzheimer’e yakalanması nedeniyle geçirdiği zatürre sonucu, bir yaşlılar evinde kaybettiğim amcamın son günlerinde hiç bir doktor ziyareti olmadı. Sancısı çok arttığında bir hemşire yüksek dozda bir morfin iğnesiyle yaşamına son verdi.
Doğumda beklenen yaşam süresi açısından Danimarka dünyada 27. ve diğer İskandinav ülkelerinin gerisinde. Buna rağmen, 2015’te doğumda beklenen ortalama yaş erkeklerde 78.6, kadınlarda 82.5’imiş. Türkiye’de 2022’de, TÜİK rakamlarını doğru kabul edersek, 75.6 ve 81.1…
Dünyadaki en yüksek asgari ücret de Danimarka’da. Keza çalışan hakları konusunda da Danimarka dünya birincisi. Sendikalar son derece güçlü. Sendikalaşma oranı 2015’te %68’miş. Ancak, işverenden daha fazla ücret koparmaya çalışmak yerine pastayı büyütmek ve pastadan pay almak üzerine kurulu bir felsefeleri var. Hükümete ve özel sektöre adeta bir yönetim danışmanlığı hizmeti vermeyi tercih ediyorlar.
Bu kadar eğitim, kültür ve refah düzeyi yüksek bir toplumda, doğal olarak sanata da büyük önem veriliyor. Kuzey kültürleri, özellikle Viking sanatı ile başlayan ve zaman zaman hala onlardan ilham alan Danimarka’da, resim, heykel ve mimaride başarılı eserler verilmiş.
Bugün Londra’daki Tate Modern’de bulunan bazı çağdaş eserlerden Sidney Opera Binası’na kadar pek çok çalışma Danimarkalılar tarafından dünyaya armağan edilmiş. Film yönetmeni Lars von Trier de sinemaseverlerin yakından tanıdığı bir Danimarkalı.
Danimarkalı ekspresyonist mimar Jörn Utzon tarafından tasarlanmış olan Sidney Opera Binası
Edebiyatta, daha önce de kısaca değindiğim masal yazarı Hans Christian Andersen en bilinen yazarlarından. Filozof Søren Kierkegaard ve Nobel edebiyat ödülü sahibi Henrik Pontoppidan da yurtdışında oldukça tanınıyor.
Danimarka’da yelken ve kürek başta olmak üzere pek çok su sporu oldukça yaygın. Ayrıca, hentbol ve bisiklet de oldukça popüler. Teniste de başarılı sporcular yetiştirmiş. Badmington, masa tenisi ve jimnastikte de olimpiyat düzeyinde başarıları var. Ancak, Danimarka’nın milli sporu futbol… Alan Simonsen, Micael Laudrup ve Peter Schmeichel gibi yıldızlar bu ülkeden çıkmış. Futbolda başarılarının zirve noktası 1992’deki Avrupa şampiyonluğu olmuş.
Danimarka mutfağına gelince. Kökleri 19. yüzyıl köy yemeklerine dayanan klasik Danimarka mutfağı, domuz eti ve başta balık olmak üzere deniz ürünlerine dayanıyor. Kolestrol oranı oldukça yüksek gıdalar ağırlıklı. Tarihindeki Hindistan ve Karaip maceraları nedeniyle baharat, çay ve kahve kullanımı yaygın. Son yıllarda füzyona ve inovasyona ağırlık veren şefler sayesinde Batı dünyasında popüler oldu. Kopenhag’ın Christiania semtindeki Noma dünya çapında tanınmış bir restoran.
Ancak, Danimarka’nın dünya mutfağına en büyük katkısı bence Smörrebröd adı verilen açık sandviçleri. Smörrebröd Danca üzerine tereyağı sürülmüş ekmek anlamına geliyor. Ama artık öyle değil. Zaman içerisinde ciddi bir değişime uğramış. Genelde siyah çavdar ekmeği üzerine tereyağı sürüldükten sonra, değişik peynirler, işlenmiş etler, deniz ürünleri ve soslar, kornişon turşu ve salata malzemesi konup soğuk servis ediliyor. Değişik reçeteleri olan Smörrebröd’lerin hepsinin ayrı bir adı ve doğal olarak tadı var.
Smörrebröd çeşitleri
Yazımı bir Smörrebröd anımla bitireyim. 1977 yılıydı. Londra’da yaptığım mühendislik stajımı bitirmiş, kazandığım para sayesinde sırt çantası ve uyku tulumuyla İskoçya’yı dolaşmıştım. İskoçya seyahatinin sonunda feribotla New Castle’dan Esbjerg’e geçip Odense’deki amcama gidecektim. Kamarada yatmaya param yetmediğinden, biletim güvertede seyahat içindi.
Ancak, o gece gemi Kuzey Denizi’nin meşhur fırtınalarından birine yakalandı. Güverteye çıkmak yasaklandı. Ben de kafeteryaya sığındım. Kafeteryada hemen hemen bütün koltuklar, kanepeler dolmuş, insanlar deniz tutmasından perişan, yarı oturarak, yarı yatarak geceyi geçirmeye çalışıyorlardı. Kimsenin kafeteryadan bir şey alıp yiyecek hali yoktu. Halbuki vitrinde birbirinden güzel Smörrebröd’ler bize bakıyordu. Sabah kahvaltısından beri bir şey yememiştim. Gidip kafeteryadan üç değişik Smörrebröd aldım. Karidesli, istiridyeli vs. Paramı ödeyip güç bela oturacak bir yer buldum ve yemeğe başladım.
Penceresiz bir ortamda olmadıkça yolculuk beni tutmaz. Ama başkaları için durum pek öyle değildi. Benim yediklerimi gören çevredekiler, kusmamak için ağızlarını elleriyle kapatarak ve koşarak tuvaletlere yöneldiler. Güverteye çıkmak yasaktı zira…
Ben de keyifle ve büyük bir iştahla Smörrebröd’lerimi bir şişe bira refakatinde bitirdim. O sırada kafeteryada epey bir yer boşalmış olduğundan boş bir kanepeye uzanıp sabaha kadar hamakta sallanır gibi mışıl mışıl uyumuştum.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.